GDO' LU üRÜNLERE KARŞI ALINABİLECEK ÖNLEMLER
Dünyada genetik yapısı değiştirilmiş canlıların ve bunlardan elde edilen gıdaların dağılımı hızla artmaktadır. Mısır ve soyadan üretilen yağ, un, nişasta, glikoz şurubu, sakkaroz, fruktoz içeren gıdalar; bisküvi, kraker, pudingler, bitkisel yağlar, bebek mamaları, şekerlemeler, çikolata ve gofletler, hazır çorbalar, mısır ve soyayı yem olarak tüketen tavuk ve benzeri hayvanlardan elde edilen gıdalar ile pamuk GDO’lu olma riski taşıyan tarımsal ürünlerin başında gelmektedir.
Önceki yıllarda ortaya çıkan deli dana hastalığının artışı ile insanlarda rastlanan ve hızla artan Alzheimer hastalığının büyük ölçüde GDO’lu ürünlerle ilişkilendirilmesi, durumun zaman içinde yükselen bir tehdit boyutunun da olduğunu gözler önüne sermiştir.
GDO’lu ürünler doğal olmayan çevre kirliliği oluşturmakta, diğer bitki formlarını etkilemekte, ekosistemi değiştirmekte ve önemli oranda sosyo-ekonomik sıkıntılar yaratmaktadır.
Bilim adamları ile sıradan vatandaşların aynı konuya çok farklı bakmaları normaldir, mümkündür. Arada ise diğer gelişmelerden farklı bir risk faktörü vardır. Söz konusu olan materyalin etkileyeceği ve beklide geri dönülemez hasarlara yol açacağı varlık, bizzat insanın ta kendisidir. O halde konu tamamen insan varlığının geleceği ile ilgilidir. Sürekli yüksek oranda alkol kullanan insanda görülecek olan hasarlar, bazen 40-50 yıl sonra ortaya çıkmaktadır. Acaba yeni geliştirilen GDO’ların etkisi kaç yıl sonra ortaya çıkacak veya insan genetiğini de etkileyecek kuşaklar arasında bir deformasyona neden olmayacağı nasıl garanti edilecektir (Akdemir, 2009, s.117)?
Türkiye açısından ele alacak olursak; konu hakkında yeterli verilere ulaşmadan sırf ekonomik kaygılarla bu ürünlere dört elle sarılmak doğru olmadığı gibi tam anlamıyla bu teknolojinin dışında kalmak da mantıklı görünmüyor. Ayrıca, Türkiye’nin buğday, arpa, baklagiller ve şeker pancarı gibi ana besin kaynaklarını oluşturan bitkilerin dışında birçok meyve ve sebzenin de doğal gen kaynaklarının bulunduğu bir ülke olduğu göz önüne alındığında, biyoteknolojik ürünlerin kullanımı ve çevreye salınımı konusunda daha duyarlı yaklaşılması gereği ortaya çıkmaktadır.
Bu konuda alınabilecek önlemleri ise şu şekilde sıralayabiliriz:
Ø GDO’lu tohumların kontrolsüz alanlarda ekimine izin verilmemeli,
Ø Gümrüklerde, iç piyasada etkin bir denetim sistemi kurulmalı,
Ø Türkiye’de GDO’lu ürünler konusunda kendi araştırmalarını yapmalı, teknolojisini kendi üretmeli,
Ø Tarımda, girdiden çıktıya, tüm alanlarda bağımlılık zincirini kıran, kendi potansiyelini kullanan bir politika izlenmelidir (Kulaç, Yakın, Ağırdil, 2006, s.155).
Öyle ise, ülkemizde biyogüvenliğin sağlanabilmesi için yapılması gerekenleri tarımda ve hayvancılıkta modern biyoteknolojinin herhangi bir riske sebep olmayacak şekilde kullanılması, bu teknolojinin kullanımında ve uygulanmasında biyolojik çeşitliliğin korunması ve sürdürülebilirliğinin devamının sağlanması şeklinde özetleyebiliriz. Bunu gerçekleştirmenin en akılcı yolu ise Cartagena Biyogüvenlik Protokolü’nün gereklerini yerine getirmek olacaktır (Başkaya, Keskin, Karagöz ve Koç, 2009, s.184).
Burcu AKGÖNÜL, Canan EREM, Duygu ÇINAR, Gülendam HALİMOĞLU
Dokuz Eylül Üniversitesi, Buca Eğitim Fakültesi, Fen Bilgisi Öğretmenliği
KAYNAK: webcache.googleusercontent.com
Genetik
-
İnsanlarda Kaç Kromozom Vardır?
-
Sık görülen mikrodelesyon sendromları nelerdir?
-
Bilim insanları kromozomları nasıl inceler?
-
Arkea'da Kromozomlar ve DNA Replikasyonu
-
DNA Onarım Mekanizmaları Nelerdir?
-
DNA hasarına neden olan etkenler nelerdir?
-
XYY Süper Erkek Sendromu - JACOB’S, Sendromu
-
Bitki doku kültürü çalışmaları ile haploid bitkiler elde edilebilir
-
Gram pozitif bakterilerden genomik DNA izolasyon protokolü
-
E. coli bakterisinden genomik DNA izolasyon protokolü
-
DNA’nın Keşfi
-
İnsan Genom Projesi Nedir ? Amaçları Nelerdir ?
-
Genomik mikrodizilimlerle ikilenme teşhisi yöntemi
-
Gen duplikasyonu ve amplifikasyonu nedir?
-
DNA ile RNA Arasndaki Farklar ve Benzerlikler Nelerdir