KÖK HÜCRELERE BAKIŞ:TANIMLAR, KAVRAMLAR ve SINIFLANDIRMALAR
İki binli yıllarla beraber kök hücrelerin rejeneratif tıp (yenileyici tıp) alanındaki öneminin giderek arttığını ve tıbbın geleceğini şekillendirme potansiyelini gözlemlemekteyiz.
Literatürde “kök hücreler” ve “hücresel tedaviler” olarak yer alan kavramlar, gün geçtikçe yerini “rejeneratif tıp” kavramına bırakmaktadır. Hücreler ile ilgili yeni teknolojilere ve saflaştırma yöntemlerindeki gelişmelere bağlı olarak yeni hücre kaynaklarının bulunması, farklı etkinlik ve potansiyellere sahip olan hücrelerin üretilebilmesi ve bu zamana kadar bilinmeyen özelliklerinin belirlenmesi ile “hücresel tedaviler” de hızlı bir gelişim göstermektedir. Bu gelişmelere bağlı olarak elde edilen güvenilir klinik öncesi bilimsel verilerin temelinde başlatılan erken faz klinik çalışmaları, rejeneratif tıp alanında umut vaat etmektedir. Bu derece önem taşıyan kök hücreler ile ilgili tarihsel sürecin bilinmesi, ilgili tanımlamaların doğru olarak yapılması ve farklı tipteki kök hücrelerin potansiyellerinin kavranması, bu hücre kaynaklarının kliniğe aktarılmasında karşılaşılabilecek olan biyoetik ve bilimsel çekincelerin ayrıntılı olarak irdelenmesi ve tartışmaların ortak kavramlar ve terminoloji üzerinden yapılması önem taşımaktadır.
Kök Hücre Tanımları ve Potens Kavramı
Kök hücre en basit tanımıyla, asimetrik bölünme özelliği gösterebilen farklılaşmamış hücredir. Asimetrik bölünmeözelliği sayesinde, hem kendi eşdeğerini (aynı özelliklere sahip yeni bir kök hücreyi) üretebilir, hem de belirli fizyolojik veya deneysel şartlar altında geçiş (transit) hücreleri aracılığıyla farklı özellikleri olan -sinir hücresi, karaciğer hücresi gibi- özelleşmiş hücre tiplerine farklılaşabilirler. Kök hücrelerin farklı tipteki hücrelere dönüşebilmeleri çeşitli seviyelerde gerçekleşir. Kök hücreler, yaşam boyunca ölen ve hasarlı hücrelerin yerini alabildikleri gibi, kemik iliği, bağırsak gibi bazı dokularda düzenli olarak bölünüp farklılaşarak hasarlı yıpranmış dokuların onarılmasını veya yenilenmesini sağlayabilirler. Diğer yandan pankreas veya kalp gibi bazı organlarda ise mevcut kök hücreler ancak özel şartlar altında bölünerek onarıma/yenilenmeye katılabilirler (1).
Şekil 1. Kök hücre havuzu asimetrik hücre bölünmesi ile korunurken, kök hücre bölünmesi sonucu ortaya çıkan transit hücreler, dokuya özgü biyoaktif moleküllerin ve şartların etkisi ile farklılaşarak somatik hücre kaynağı görevini üstlenirler.
Dilimizdeki “kudret” anlamını karşılayan “potens”, kök hücrelerin sınıflandırılmasında ve değerlendiril mesinde kullanılır. Kök hücreler sahip oldukları potense bağlı olarak sırasıyla, Totipotent, Pluripotent, Multipotent ve Bi/Unipotent olarak dört temel grupta incelenebilir.
Totipotens; bir kök hücrenin sahip olabileceği en yüksek güç olarak ifade edilir. Sperm ile yumurta hücresinin bir araya gelmesi (döllenme) ile oluşan zigot, farklılaşma potansiyeli en yüksek olan totipotent kök hücreolarak adlandırılır. Bu hücreler, beyin, karaci ğer, kan veya kalp hücreleri gibi her üç eşey (germ) tabakasında yer alan hücrelerin tamamını oluşturma potansiyeline sahiptir. Uygun şartlar altında canlı organizma oluşturma potansiyelini de taşırlar. Embriyonik gelişim sürecinde hücreler, zigotun oluşumunu tâkiben, ilk birkaç bölünmede totipotent özelliklerini korurlar. Ancak, embriyonik hücre bölünmesinin dördüncü gününden itibaren totipotent özelliklerini kaybederken, biraz daha düşük güç seviyesi olan pluripotens özelliğini kazanırlar.
Pluripotent kök hücreler, totipotent hücrelere benzer şekilde tüm doku tiplerine farklılaşabilme yeteneği olan, buna karşılık canlı organizma oluşturamayan hücrelerdir. Embriyonik gelişimin dördüncü gününde, embriyonun (blastokist) iki temel katman meydana getirdiği görülür. Trofoblast adı verilen dış katman, gelişim sürecinde plasentayı oluştururken, içte yer alan ve pluripotent özelliğe sahip embriyonik kök hücreleri bulunduran iç hücre kütlesi katmanı ise, gelişim sürecinde tüm vücut dokularını oluşturma potansiyeli taşır (2,3).
Günümüzde farklılaşmış (özelleşmiş) erişkin doku hücrelerinden yeniden programlama yöntemi ile embriyonik kök hücrelere benzeyen uyarılmış pluripotent kök hücreleri (UPKH’leri) elde etmek mümkün olup, önemli bir pluripotent kök hücre kaynağı olarak dikkat çekmektedir (ileride değinilecektir).
Hücreler, gelişim sürecinde bölündükçe daha düşük plastisite özelliği taşıyan ve pluripotent kök hücrelere göre kısmen farklılaşmış kök hücre niteliği kazanırlar. Bu aşamadaki hücreler multipotent kök hücre olarak tanımlanırlar. Bu hücreler, multipotent kan kök hücrelerinin kırmızı, beyaz kan hücreleri veya trom bositlere farklılaşabilmesi örneğinde görüldüğü gibi, çoğunlukla bulundukları doku veya organla ilişkili hücre tiplerine farklılaşırlar. Multipotent hücrelerin başlıca temsilcileri, hematopoietik kök hücreler ve mezenkimal kök hücrelerdir. MKH’lerin, başta kemik iliği ve yağ dokusu olmak üzere vücudun hemen tüm organ ve dokularında belirli oranlarda bulunduğu kabul edilmektedir. Hücre bölünme ve farklılaşma süreci devam ettikçe hücrelerin potensi azalmakta ve artık bulundukları doku veya organla bağlantılı tek bir hücre tipini oluşturma yeteneği bulunan ve en düşük kudret halini ifade eden unipotent kök hücre niteliğini kazanmaktadırlar (4).
Kök Hücre Araştırmalarında Kilometre Taşları
Yaklaşık yarım asırlık bir geçmişe sahip olan kök hücre kavramının günümüzdeki merkezi konumuna ulaşmasında, tarihsel süreçte gerçekleşen pek çok bilimsel başarı ve politik etmenler doğrudan veya dolaylı olarak etkili olmuştur.
Kök hücre kavramının oluşmasındaki kilometre taşları olarak sayılabilecek gelişmelerin başında, kan (hematopoietik) kök hücre nakline sonraları temel teşkil edecek 1950-1960 yılları arasında gerçekleştirilen kemik iliği hücreleri ile ilgili öncü çalışmalar gelmektedir (5). Söz konusu hücrelerin hematopoietik ve mezenkimal kök hücreler oldukları daha sonraları gösterilmiştir. McCulloch ve Till’inaraştırmaları, 1960’lı yıllarda kemik iliği hücrelerinin klonal doğasını ortaya koymuştur (6,7). Friedensteinve arkadaşlarının 1970’li yılların başında kemik iliği stromasından topladıkları ve plastik yüzeye yapışma özelliği gösteren fibroblastoid yapıdaki hücreleri inceledikleri çalışmalar (koloni-oluşturan birim-fibroblastları, CFU-f) önemli bir yere sahiptir (8,9).
Şekil 2. Soy potansiyeli açısından kök hücre sınıfları arasındaki sıra düzeni. Pluripotensle ilgili genlerin ifadelenmesi farklılaşma sürecinde giderek azalırken, dokuya ilişkin protein ifadelenmesinde artış görülür.
1980’lerin sonlarında A.I. Caplan, bu stromal hücrelerin kemik, kıkırdak ve yağ hücrelerine dönüştürülebildiğini göstermiş ve bu hücreleri mezenkimal kök hücreler olarak adlandırmıştır (10,11). Mezenkimal kök hücrelerin uygulamada güvenilirliğini araştıran ilk klinik araştırma ancak 1995 yılında tamamlanabilmiş ise de, bu tarihten itibaren çoğunluğu Faz I-II (güvenlik ve etkin doz) seviyesinde olmak üzere pek çok klinik araştırma gerçekleştirilmiştir. A.I. Caplan ve ekibinin son dönemlerde doğrulanan bazı bulguları, erişkin dokularından elde edilen mezenkimal kök hücrelerin önceden düşünüldüğü gibi kemik iliği stroması kökenli olmadığı, perisit adı verilen perivasküler hücrelerden köken aldığını ortaya koymuştur (12).
Evans ve Kauffman’ın 1981’de “fare embriyonik kök hücreleri”ni laboratuvar ortamında izole edip tanımlamaları bilim dünyasının kök hücrelere olan ilgi sini artırmıştır (13). Ancak bu alana duyulan büyük ilgi, 1998 yılında Wisconsin Üniversitesi’nden J. A. Thomson’un laboratuvarında “insan embriyonik kök hücreleri”ni çoğaltıp karakterize etmesiyle zirveye ulaşmıştır (14). Bu gelişme, aynı zamanda, pluripotent kök hücrelerin rejeneratif tıp alanındaki uygulanabilirliği konusunda yoğun biyoetik tartışmaları başlatmıştır.
Nitekim, bu gelişmelerden üç yıl sonra 2001 yılında ABD yönetimi embriyonun yaşam hakkını gerekçe göstererek embriyonik kök hücre araştırmalarına federal fon sınırlaması getirmiştir. Diğer ülkelerin de benzer kararlar alması ile embriyonik kök hücre araştırmaları önemli bir duraklama dönemine girmiştir. Ülkemizde ise, insan embriyonik kök hücreleri ile çalışmalar 2005 yılında T.C. Sağlık Bakanlığı’nın genelgesi ile durdurulmuştur. Bilim insanları açısından bu sıkıntılı ve sınırlandırıcı süreç dünya genelinde devam ederken, ABD’nin bazı eyaletlerinde araştırmaların önünün açılmasına yönelik girişimler de başlatılmıştır. Özellikle, ABD’nin Kaliforniya eyaletinde 2004’de başlatılan “California Proposition 71” girişimi sonucunda, 3 milyar dolarlık bir fon eyalet içerisindeki kök hücre alanında faaliyet gösteren araştırma enstitülerine ve birimlerine aktarılmış; bu gelişme kök hücre araştırmalarının yeniden hızlanmasına yol açmıştır.
Bu aşamada, ABD’denR. Lanza ve ekibi etik endişeleri ortadan kaldırabilecek bir yaklaşım olarak, embriyonlara zarar vermeden tek blastomerden insan embriyonik kök hücre hatlarının oluşturulabileceğini göstermiştir (15). Bu yöntem, pre-genetik tanı (PGT) yapılmış embriyonlardan doğacak çocuklar ve kardeşleri için uyumlu dokuların geliştirilmesinin yolunu açabilecek önemli bir gelişme olarak kabul edilmektedir.
Tüm bu gelişmeler sürerken, 2006 ve 2007 yıllarında Japonya’dan S. Yamanaka ve ekibinin art arda yayınladığı araştırmalar, kök hücre alanında çalışan bilim insanlarının bakış açılarında önemli değişikliklere yol açmıştır (16,17). Araştırma ekibi, farklılaşmış (özelleşmiş) deri hücrelerinden pluripotent hücrelerde yüksek düzeyde ifade edilen dört genin aktarımını kapsayan yeniden programlama/geriye programlama tekniği ile embriyonik kök hücrelere benzeyen uyarılmış pluripotent kök hücreleri elde etmişlerdir.
2007 Yılında İngiltere’den M.J. Evans,“embriyonik kök hücreler ile özel gen modifikasyonları” konusundaki çalışmaları nedeniyle, Nobel Fizyoloji ve Tıp ödülünü M.R. Capecchi ve O. Smithies ile paylaşmış; böylece kök hücre alanındaki araştırmalar ilk defa Nobel Ödülü ile onurlandırılmıştır.
2009 yılına gelindiğinde, ABD başkanı B. Obama embriyonik kök hücreler konusunda 2001 yılında G.W. Bushyönetimince getirilen kısıtlamayı kaldırarak bu alanda yeni bir dönemin başlamasına katkı sağlamıştır. Nitekim 2010 yılında Kaliforniya eyaletinde faaliyet gösteren Geron firması, embriyonik kök hücrelerin klinikte ilk olarak kullanılmasına (omurilik yaralanmalarında) öncü olmuştur.
2012 yılına gelindiğinde ise, bu defa S. Yamanaka, uyarılmış pluripotent kök hücreler konusundaki çalışmaları nedeniyle Nobel Fizyoloji ve Tıp ödülünü B. Britanya’dan J.B. Gurdon ile paylaşmıştır.
2014 yılında ABD’den D. Egli önderliğindeki araştırma ekibi çekirdek transferi yöntemi ile, ilk defa olarak insülin üreten beta hücrelerine dönüştürülebilen diploid pluripotent kök hücrelerini erişkin tip 1 diyabet hastası deri hücresinden elde etmeyi başarmışlardır (18). Bu çalışma, yüksek hasta popülasyonu bulunan diyabetin tedavisine yönelik umut vaat etmektedir. Uyarılmış pluripotent kök hücrelerin ilk klinik denemesi ise, 2014 yılında Japonya’dan M. Takahashi’nin önderliğinde, yaşa bağlı makula dejenerasyonu bulunan hastalarda başlatılmıştır (19).
Çizelge 1. Hücre biyolojisi ve tıp alanında kök hücrelerle ilgili önemli gelişmelerin kronolojisi.
Yıl Gelişmeler
1950’ler Kurbağa klonlama çalışmaları
1969 İlk kemik iliği nakli
1970’ler Kemik iliği stromasında fibroblastik hücrelerin belirlenmesi
1978 İlk IVF (tüp) bebeğin doğumu
1981 Fare embriyonik kök hücrelerin blastokistin iç hücre kütlesinden ayrıştırılması
1987 Embriyonik kök hücre temelli gen hedefleme teknolojisinin geliştirilmesi
1988 İlk göbek kordon kanı nakli
1989 Hematopoietik kök hücrelerin FACS yöntemiyle ayrıştırılması
1996 Somatik hücre çekirdek nakliyle ilk klon memeli olan, koyun Dolly’nin doğumu
1998 İnsan embriyonik kök hücrelerinin ilk defa ayrıştırılması
200 1İnsan embriyonik kök hücre çalışmalarının yasaklanması (Bush)
2002 Primordiyal eşey hücrelerinden pluripotent kök hücrelerin üretilmesi
2004 California Proposition 71 fonunun kök hücre araştırmalarına aktarılması
2005 Türkiye’de insan embriyonik kök hücre çalışmalarının askıya alınması
2006 Multipotent kemik iliği mezenkimal kök hücrelerin ayrıştırılması
2006 Fare uyarılmış pluripotent kök hücrelerin elde edilmesi
2006 Tek blastomerden embriyonik kök hücrelerin üretilmesi
2007 İnsan uyarılmış pluripotent kök hücrelerin elde edilmesi
2007 Martin Evans - Nobel Fizyoloji ve Tıp Ödülü (Embriyonik Kök Hücreler)
2009 İnsan embriyonik kök hücrelerle araştırma fonlarının serbestleştirilmesi (Obama)
2010 İnsan embriyonik kök hücrelerin omurilik hasarına yönelik kullanılması (Geron)
2012 Shinya Yamanaka - Nobel Fizyoloji ve Tıp Ödülü (Uyarılmış Pluripotent Kök Hücreler)
2014 Terapötik klonlama ile insülin üreten beta hücrelerinin üretilmesi
2014 Uyarılmış pluripotent kök hücrelerle insan klinik çalışmalarının başlatılması
Kök Hücre Türleri
Kök hücreler farklılaşma yeteneklerinin yanısıra, elde edildikleri kaynağa göre de sınıflandırılmaktadır. Hematopoietik kök hücreler (HKH’ler), tarihsel süreçte, kan ve kemik iliği nakli uygulamaları ile gündeme gelmiştir (20). Bu hücreler günümüzde, hematopoetik kanserlerde (lösemi-lenfoma-myeloma), hematopoetik olmayan kanserlerde, genetik ve/veya kazanılmış kemik iliği hastalıklarında, aplastik anemide, talasemilerde, orak hücre hastalığında ve artan sıklıkta otoimmün hastalıklarda klinik olarak uygulanmaktadır.
Diğer yandan klinik öncesi ve erken faz araştırmalar ağırlıklı olarak, Erişkin mezenkimal kök hücreler, Embriyonik kök hücreler ve Uyarılmış Pluripotent kök hücreler konularında yoğunluk kazanmıştır. Bunların yanısıra, kordon, kordon kanı ve fötal kök hücrelerle gerçekleştirilen çalışmalar dikkat çekmektedir.
Embriyonik Kök Hücreler (EKH’ler)
Embriyonik kök hücreler, erken dönem implantasyon öncesi embriyon olan blastokistin iç hücre kütlesinden türetilen ve vücuttaki (ektoderm, mezoderm ve endoderm) tüm hücre tiplerine dönüşebilme potansiyeli bulunan pluripotent kök hücrelerdir (14,21). Döllenmeyi takip eden 4-5 gün içerisinde blastokist aşamasına ulaşan insan embriyonunun iç hücre kütlesi ~120-180 adet embriyonik kök hücre içermektedir. Diğer kök hücre tiplerinden farklı olarak uygun in-vitro kültür şartları sağlandığında farklılaşmadan/ özelleşmeden sınırsız süre çoğalma yeteneğine sahiptirler. Bu nedenle, uyarılmış pluripotent kök hücreler gündeme gelene kadar rejeneratif tıp uygulamaları için üstün özelliklere sahip kök hücre tipi olarak ön plana çıkmıştır.
Embriyonik kök hücrelerin, kültürde belirli bir yoğunluğa ulaştıklarında spontan olarak farklılaşabildikleri bilinmektedir. Bu hücreler, in-vitro şartlarda çoğaltılmalarını takip eden uzun kültürlerinde her üç eşey tabakası hücrelerini içeren üç boyutlu yapılar oluştururlar. Bu yapılanmalar örnek olarak, kalp kası benzeri atım davranışı gösterirken, sinir, kemik, kıkırdak vb. doku oluşumlarını da bulundurabilir. Bu nedenle, yıllar içerisinde pluripotent hücrelerin belirli hücre tiplerine özellikli farklılaştırılabilmeleri için yapılan yoğun çalışmalar sonucunda detaylı protokoller geliştirilebilmiştir. Bu kapsamda, gerek araştırma merkezlerinde gerekse özel sektörde araştırmalar tüm hızıyla sürdürülmektedir.
Embriyonik kök hücrelerin elde edilme yöntemleri iki grupta ele alınabilir. Ön plana çıkan ilk yaklaşım, in-vitro fertilizasyon (tüp bebek) kliniklerinde artan (kullanılmayan ve imha edilecek olan) blastokistlerin iç hücre kütlesi hücrelerinin ayrıştırılıp çoğaltılması temeline dayanmaktadır. Diğer yaklaşım ise, embriyonik hücre kaynağı olarak somatik hücre çekirdek nakli, yani hastaya özgü genetik-uyumlu bir doku ya da hücre kaynağının elde edilmesi amacıyla klonlama (kopyalama) yöntemine dayanmaktadır.
Somatik hücre çekirdek nakli yaklaşımında, farklılaşmış bir erişkin doku hücresinin ayrıştırılması ve ardından çekirdeği çıkartılmış verici ovositi içerisine çekirdeğin aktarılması ve bu sayede embriyonik kök hücrelerin in-vitro şartlarda türetilmesi mümkün olmuştur. Bu yöntemde, üretim aşamasında hastanın kendi hücresi kullanıldığından, elde edilecek genetik uyumlu hücrelerin hastaya güvenli bir şekilde tekrar verilebilmesi gibi bir üstünlüğü bulunmaktadır.
Embriyonik kök hücreler bu denli ön plana çıkmış olmalarına rağmen bugüne kadar gerçekleştirilen klinik çalışmalar sınırlı düzeyde kalmıştır. İlk olarak ABD’den Geron firması omurilik hasarında embriyonik kök hücrelerin klinik kullanımı üzerine araştırmalar başlatmış, ancak az sayıda uygulama sonrasında programını durdurmuştur. Daha sonra, ABD’den University of California-Davis bünyesinde bu çalışmaların sürdürüldüğü bilinmektedir. Yine ABD’den Advanced Cell Technology şirketi, yaşa bağlı makula dejenerasyonunda (AMD; sarı nokta hastalığı) embriyonik kök hücre uygulamasını R. Lanza yönetiminde sürdürmektedir.
Yüksek potansiyeline rağmen embriyonik kök hücrelerin kullanımını sınırlayan başlıca etmenler aşağıda sıralanmıştır;
- İn-vitro şartlarda özelliklerinin kontrol altında tutulması zordur.
- Hücrelerin kullanımı sonrasında teratoma oluşturma potansiyeli risk oluşturmaktadır.
- Elde edilen hücreler hasta bireye özgü değildir. Pluripotent karakterde olmalarına rağmen, immün yanıt oluşturabilirler.
- Hasta bireye özgü hücrelerin türetilmesine imkan veren klonlama yönteminin uygulanması için yasal mevzuat uyumlu değildir.
- Hücre kaynağı olarak embriyon (blastokist) kullanımını gerektirmesi biyoetik çekinceleri ya da engelleri gündeme getirmektedir. Bu hususta birbirinden farklı görüşler ve yaklaşımlar bulunmaktadır.
Uyarılmış Pluripotent Kök Hücreler (UPKH’ler)
Uyarılmış pluripotent kök hücreler, erişkin doku hücrelerine vücudun tüm hücrelerini oluşturabilecek olan pluripotent nitelik kazandırılmasıyla elde edilen kök hücrelerdir. Diğer bir tanımla, özelleşmiş işlevlere sahip farklılaşmış hücrelerin in-vitro şartlarda “yeniden programlama” yöntemiyle embriyonik kök hücre-benzeri hücrelere dönüştürülmüş kök hücrelerdir. Bu hücreler birçok bakımdan embriyonik kök hücrelere benzemekte ise de eşdeğerleri değildir.
Bu konudaki öncü çalışmalar, Kyoto Üniversitesi’nden S. Yamanaka ve ekibitarafından 2006 yılında ilk önce fare hücreleriyle (16) ve daha sonra 2007 yılında insan hücreleriyle (17) gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmalarda, tamamen farklılaşmış/özelleşmiş deri fibroblast hücrelerine pluripotent kök hücrelerin yüksek düzeyde ifade ettikleri Oct3/4, c-Myc, Klf4 ve Sox2 genleri (Yamanaka faktörlerini) viral vektörler ile aktarılarak pluripotent hücreler (UPKH’ler) üretilmiştir.
Şekil 4. Yeniden programlama yaklaşımları. (a) Çekirdek nakliyle klonlamanın aşamaları. (b) Uyarılmış pluripotent kök hücrelerle yeniden programlamanın aşamaları. UPKH’ler, hücresel tedavilerin yanısıra, ilaç modelleme ve ilaç tarama/ toksisite çalışmalarında da kullanım potansiyeli taşımaktadır.
Birçok araştırma grubu bahsi geçen dört gen dışındaki farklı gen bileşimlerini kullanarak UPKH’leri üretebilmiştir. Öte yandan kullanılan genlerin halen pluripotensi nasıl sağladığına yönelik mekanizmalar tam olarak bilinmemektedir. Özellikle gen transferinde virüslerin kullanılması, ayrıca in-vitro işlemlerdeki verimin düşük olması, zamanla ortaya çıkabilecek epigenetik bozukluklar ve klinik kullanım sonrası ortaya çıkabilecek olumsuz hususlar, vb. halen tartışma konusudur. Bu nedenle, virüslere alternatif olabilecek farklı vektörlerin (gen taşıyıcıların) kullanıldığı çalışmalara ağırlık verildiği görülmektedir.
Yeniden programlamayla pluripotent kök hücre elde edilmesinin temel üstünlüğü, hastadan alınan hücrelerle kişiye özel pluripotent hücrelerin üretilebilmesidir. Bu teknoloji, nadir hastalıkların incelenmesine yönelik çeşitli ilaç tarama ve ilaç geliştirme çalışmalarında kullanılabilecek, kişiye özel toksisite testlerinin yapılmasını ve hastalık modellerinin geliştirilmesine imkan sağlayan özgün hücre hatlarının üretilmesini mümkün kılmıştır. Günümüzde, UPKH’lerle klinik öncesi çalışmalar ve hasta fibroblastlarından yeni tipte UPKH’lerin oluşturulması çalışmaları yoğun olarak devam etmektedir (bkz. Çizelge 3). Örneğin, Parkinson hastalarının somatik hücrelerinden hastalığa özgü pluripotent kök hücreler elde edilebilmekte, bu hücreler üzerinde laboratuvar şartlarında çeşitli potansiyel ilaç adayları taranabilmektedir. Bu sayede, kişiye-özel ve aynı zamanda ideal dozlama imkanı sağlayan hücre hatlarıyla çalışmak mümkün olmaktadır. Ayrıca, sadece deri fibroblastlarından değil, farklı hücre tiplerinden yola çıkılarak UPKH’lerin oluşturulması da mümkündür.
UPKH’lerle klinik öncesi çalışmalar hızla devam ederken, UPKH’lerin klinikte kullanım potansiyelinin değerlendirildiği çalışmalara da başlanmıştır. RIKEN Gelişim Biyolojisi Merkezi’nden (Kobe, Japonya) M. Takahashi, UPKH’leri yaşa bağlı makula dejenerasyonu tedavisinde 70 yaşında bir kadın hastada 2014 yılında uygulamıştır (19). İşlem, hastanın deri hücrelerinden üretilen UPKH’lerin in-vitro şartlarda retinal pigment epitel hücrelerine farklılaştırılması ve ince bir tabaka yapısına dönüşene kadar kültürün sürdürülüp, son aşamada hücre tabakasının hasarlı retinaya nakledilmesi şeklinde gerçekleştirilmektedir. Takahashive grubu, bu klinik araştırma öncesinde yöntemin güvenilirliğini (UPKH’lerin tümör oluşturma durumunu) fareler ve maymunlar üzerinde test etmişlerdir.
Erişkin Kök Hücreler
Hematopoietik kök hücreler ve mezenkimal kök hücreler, multipotent özelliğe sahip erişkin kök hücreler olarak ön plana çıkmaktadır. Günümüzde hematopoietik kök hücreler, çok çeşitli endikasyonlarda klinik kullanımda olduklarından, burada rejeneratif tıp yaklaşımları çerçevesinde mezenkimal kök hücrelere ağırlık verilmiştir.
Mezenkimal Kök Hücreler (MKH’ler) için, “multipotent stromal hücreler” ve daha yakın zamanlarda (salgıladıkları parakrin faktörleri vurgulamak üzere) “medisinal kök hücreler” şeklinde adlandırmalar da yapılmaktadır. Pluripotent kök hücrelere göre daha sınırlı yetenekleri olmakla beraber MKH’ler, günümüzde rejeneratif tıp uygulamalarında daha güvenli bir seçenek olarak gerek dünyada gerekse ülkemizde klinik uygulamalarda öne çıkan hücre tipi durumundadır (23). Mezenkimal kök hücreler, vücudumuzun hemen hemen tüm dokularından izole edilebilen, multipotent karakterde, fibroblastoid fenotipte ve nisbeten iyi tanımlanmış kök hücrelerdir. Bu hücreler, ülkemizdeki ve farklı ülkelerdeki ilgili kurumlarca bazı hastalıklarda kullanılmak üzere ödemesi yapılabilen hücresel tedavi ürünleri arasında yer almaktadır.
Mezenkimal kök hücreler keşfedildikleri 1970’lerden bu yana sıklıkla kemik iliği stromasından izole edilmelerine karşın günümüzde başta adipoz doku olmak üzere, kordon kanı, kordon, plasenta, vd. çok çeşitli dokulardan da başarıyla elde edilebilmektedir. MKH’lerin perivasküler hücrelerden köken aldığını ortaya koyan güncel bulgular, bu hücrelerin elde edilebildikleri kaynakların çeşitliliğini açıklamaktadır.
Kemik iliği ve adipoz doku kaynaklı MKH’lerin kıkırdak, kemik ve yağ dokusunun yanısıra iskelet kası hücrelerine, kardiyomiyositlere, endotelyal hücrelere, vasküler düz kas hücrelerine ve hatta nöral hücrelere farklılaşabildikleri gösterilmiştir. Farklı dokulardan elde edilen MKH’lerin uygun şartlarda farklı doku tiplerine dönüşebildiklerinin anlaşılmasıyla, “hücrelerin sadece kaynak aldıkları dokuların hücre tiplerine farklılaşabildikleri temeline dayanan kabul” büyük ölçüde değişmiştir.
MKH’lere ait ayırt edici ortak özelliklerin tanımlanması için, 2005 yılında Uluslararası Hücresel Tedavi Derneği(ISCT) MKH’ler için temel kriterleri belirlemiştir (24). Buna göre MKH’ler;
- Standart kültür koşullarında plastik yüzeylere yapışma özelliği göstermeli,
- Osteojenik, kondrojenik ve adipojenik hücrelere farklılaşabilmeli (multipotent karakter),
- CD73, CD90 ve CD105 yüzey antijenlerini yüksek seviyede ifade etmeli,
- Hematopoietik soya ait yüzey antijenleri olan c-kit, CD14, CD11b, CD34, CD45, CD19, CD79α ve insan lökosit antijenini (HLA-DR) ifade etmemelidir.
-MKH’ler, biyolojik özelliklerine bağlı olarak rejeneratif tıp ve immünoterapi alanlarında oldukça önemli bir yer edinmişlerdir. Vücutta gerçekleşen doku hasarı sonrası inflamasyon bölgesine göç ederek doku yenilenmesini hızlandıran faktörleri salgılamaları, farklı hücre tiplerine dönüşebilmeleri, immün-düzenleyici (TNFα ve interferon γ gibi pro-inflamatuvar sitokinlerin salgılanmasını azaltıp, IL-10 ve IL-4 gibi anti-inflamatuvar sitokinlerin üretimini arttırması) ve immün-baskılayıcı (dendritik hücreler, T- ve B- lenfositler gibi majör immün hücrelerin çoğalmasının veya işlevlerinin engellenmesi) özelliklere sahip olmaları sayesinde klinik kullanım açısından önemli avantajlar sunmaktadırlar (25).
Doku Mühendisliği ve Kök Hücreler
Tanım olarak doku mühendisliği, hastalıklı veya kaybedilmiş dokuların/organların onarılması ya da değiştirilmesi amacıyla biyolojik eşdeğerde, yeni doku/organların geliştirilmesini hedefleyen bir rejeneratif tıp alanıdır (26,27). Bu yaklaşım, genellikle hücre dışı matriks görevini üstlenen ve yapı iskelesi olarak adlandırılan üç-boyutlu tasarlanmış biyomalzemeler üzerine hücrelerin ekilmesini ve özel şartlar altında hücrelerin farklılaştırılarak çoğaltılmasını kapsamaktadır.
Şekil 6. Doku mühendisliği yaklaşımı, rejeneratif tedavi gerektiren doku veya organların, geleneksel tıp uygulamalarından farklı olarak biyomalzemelerin varlığında, hücresel tedavi unsurlarının kullanıldığı yöntemlerle tedavi edilebileceğini öngörmektedir.
Hedef dokunun geliştirilmesine giden süreçte yapı iskelesi, hücre adhezyonu ve proliferasyonunu hızlandırıcı/düzenleyici bir doku taslağı olarak görev üstlendiğinden, doku mühendisliği yaklaşımında önemli bir unsurdur. Dokunun fiziksel ve fizyolojik işlevlerini istenilen sürede kazanabilmesi için, yapı iskelesi olarak vücudun doğal yeniden modelleme sürecine uyum gösteren biyoaktif malzemeler tercih edilmektedir. Bu nedenle, yapı iskelesi kullanım amacına uygun fiziksel, kimyasal, biyolojik ve mekanik özelliklere sahip olmalı, in-vitro ve daha sonra in-vivo şartlarda yeni doku oluşumunu desteklemelidir (28,29).
Doku mühendisliğindeki diğer önemli unsur, geliştirilecek olan hedef dokunun özelliklerini taşıyan veya bu özellikleri kazanabilecek olan hücre kaynağının kullanılmasıdır. Bu hücreler, in-vitro şartlarda kolayca çoğaltılabilmeli, istenilen düzen ve bileşimde doğal hücre dışı matriksi sentezleyebilme, sitokinleri ve diğer sinyal moleküllerini salgılayabilme ve komşu hücreler/dokularla etkileşime girebilme özelliklerini taşımalıdır (30).
Otolog kondrositlerin üç-boyutlu matriksler aracılığıyla artiküler kıkırdak onarımında uygulanması, dokuya özgü hücrelerin kullanımına örnek olarak verilebilir. Kök hücreler üstün çoğalma ve farklılaşma özellikleriyle, doku mühendisliğinde karşılaşılan hücre kaynağı sınırlamalarının aşılmasına imkan sağlamaktadır. Otolog kondrositlerin, özellikleri korunarak çoğaltılmasında karşılaşılan zorluklar, bu uygulamanın MKH’lerle yapılmasını alternatif bir yaklaşım olarak gündeme getirmiştir. Somatik hücrelerin düşük verimi, çoğaltılma zorluğu, verici yaşı ve değişken genetik özellikleri vd. çeşitli nedenlerle, birçok klinik uygulamada olduğu gibi doku mühendisliğinde de yerlerini kök hücrelere bırakmaktadırlar. MKH’ler, in-vitro farklılaştırma şartlarına bağlı olarak değişen bileşimlerde hücre-dışı matriks sentezleyebildikleri ve doku onarımı ile anjiyogeneze katkı sağlayan birçok büyüme faktörünü (ör. VEGF, PDGF, bFGF, EGF, KGF, TGF-β gibi), sitokinleri ve kemokinleri salgılayabildikleri, doku yenilenmesinde baskın hücre tiplerinin çoğalması, göç etmesi ve önemli genlerin ifadelenmesini uyarabildiklerinden, doku mühendisliğinin önemli hücre kaynağı durumundadır (31).
Literatürde, farklı özelliklerde dokuların geliştirilmesini hedefleyen çok sayıda klinik öncesi doku mühendisliği araştırmasına rastlamak mümkündür (32-37). Geliştirilmekte olan dokuların yapısal karmaşıklığı ve sahip oldukları işlevler, onların kliniğe aktarılma hızını da büyük ölçüde belirlemektedir. Klinik doku mühendisliği araştırmalarına bazı örnekler aşağıda verilmiştir:
A. Atalave ekibi, in-vitro şartlarda geliştirdikleri sentetik temelli mesane-benzeri yapıların etkinliğini bir hasta grubunda incelemişler ve başarılı sonuçlara ulaşmışlardır (38). Daha yakın zamanlarda P. Macchiarini ve ekibi, hasta MKH’lerini kullanarak doku mühendisliği yaklaşımıyla ürettikleri nefes borusunu klinikte başarıyla uygulamıştır (39). Maksilofasiya ve ortopedi cerrahisi alanında gerçekleştirilen çalışmalar kliniğe aktarılma aşamasına gelmiştir (40).
Organ mühendisliği, doku mühendisliği kapsamındaki bir yaklaşım olup işlevsel tam organ üretimini hedeflemektedir. Organ taslağının oluşturulmasında, tamamen sentetik malzemeler, kadavralardan elde edilebilen biyolojik malzemeler ya da hayvanlardan elde edilebilen zenojenik malzemeler kullanılabilir. Kaynak olarak kadavra ya da hayvan organları tercih edildiğinde, immün yanıt oluşturan moleküllerin 29 uzaklaştırılması (tamamen hücresiz, DNA içermeyen organ iskelelerinin elde edilmesi) ECM teknolojisi ile mümkün olmaktadır (41,42). Bu yaklaşımda, elde edilen iskelelere sağlıklı hücrelerin tohumlanıp, ardından uygun şartlar altında doğal işlevlerine sahip (nakil için uygun) organların geliştirilmesi hedeflenmektedir. Organ mühendisliği henüz klinik öncesi araştırma aşamasında ise de, bu yaklaşımı esas alan hücresizleştirilmiş doku ECM’leri rejeneratif tıpta klinik kullanıma geçmiştir. Bugüne kadar, ince bağırsak submukozası, kalp kapağı, deri, tendon, mesane duvarı, damar, kas gibi dokular başta olmak üzere çeşitli doku tipleri klinik-öncesi doku mühendisliği çalışmalarında kullanılmış ve elde edilen başarılı sonuçlar ışığında bu ürünler kliniğe aktarılmıştır (43).
İleri Tedavi Tıp Ürünleri
Hücresel tedavilerde ve rejeneratif tıp uygulamalarında gelişmelere bağlı olarak, gen tedavileri, somatik hücre tedavileri ve doku mühendisliği ürünlerini içeren yeni medikal ürünler ortaya çıkmaktadır. Bahsi geçen ve “İleri tedavi tıp ürünleri” (ATMP’ler) olarak adlandırılan ürünleri Avrupa genelinde belirli bir standartta toplamak amacı ile 2007 yılında A.B. Parlamentosu ve Konseyi “Regulation (EC) No 1394/2007” sayılı kararını almıştır. Bu sayede özellikle Avrupa ülkeleri başta olmak üzere dünya genelinde ileri tedavi tıp ürünleri kapsamında geliştirilecek ürünlerin insan sağlığı açısından yüksek güvenilirlikte üretilmesi amaçlanmıştır. Yönetmelik ile bahsi geçen ürünlerin kliniğe/pazara sunulmadan önce ruhsat denetimleri belirli bir standarda tâbi tutulmaktadır. Bu çerçevede geliştirilecek ürünlerin kalite, etkinlik ve güvenliği gibi temel parametrelerin bilimsel açıdan değerlendirilmesi sonucunda yarar-zarar dengesi üzerinden ruhsatlandırılmasına karar verilir. Özellikle, gen tedavi ve somatik hücre tedavi ürünlerinin 2011 yılı itibarı ile, doku mühendisliği ürünlerinin ise 2012 yılı itibarı ile bu yönetmeliğe uyumlu hale getirilmesi zorunlu kılınmıştır.
ATMP Yönetmeliğinin Kapsamı:Yönetmelik 3 temel tıbbi ürün grubunu kapsamaktadır.
− Gen tedavileri
− Somatik hücre temelli tedaviler
− Doku mühendisliği ürünleri
Ne var ki, geliştirilen rejeneratif tıp ürünlerinin bu üç temel kategorinin hangisi kapsamında değerlendirileceğine yönelik tartışmalar halen sürmektedir. Özellikle, canlı malzemelerin manipülasyonu düşünüldüğünde bu soruların cevaplanması oldukça zordur. Her ne kadar hücreler ya da dokular, donörde ve alıcıda aynı işleve sahip olsalar da, -kemik iliği materyallerinde olduğu gibi- bazı durumlarda bu soruların cevaplanması gereği doğmaktadır.
Committee for Advanced Therapies(CAT) tarafından ATMP kategorilerinin tanımlanmasına yönelik yapılan çalışmalardan elde edilen deneyimler, bilimsel gerçeklik paralelinde oluşturulacak yasal tanımlamalarla daha doğru sınıflandırmaların yapılabileceğini göstermiştir.
Hastanın kendisinden toplanan hücre/dokuların tekrar aynı hastaya uygulanmasını kapsayan otolog uygulamalarda başlangıç materyali olan hücreler/dokular sonuç aşamasında diğer tıbbi ürünlere göre hastaya özgü işleme süreçlerini bulundurmaktadır. Dolayısıyla, tüm otolog ürünler aynı üretim zorluklarına veya sorunlarına sahip değildir.
Bu kapsamda ürünlerin sınıflandırılmasında iki farklı senaryo ortaya çıkmaktadır. Birincisi, hastadan doku ya da hücrelerin toplanmasını takiben materyallerin uygun merkeze getirilmesi, merkezde geliştirilen nihai tıbbi ürünün hastaneye ulaştırılması ve aynı hastaya naklini kapsamaktadır. Bu kapsamda, ChondroCelect, MACI ve Provenge gibi otolog ATMP ürünleri piyasada yer almaktadır. Öte yandan ikinci senaryoda, hastadan toplanan hücre veya dokuların uygun şartlar altında, hücre ayırması, manipülasyonu gibi son ürün geliştirme aşamalarının transplantasyon merkezi bünyesinde gerçekleştirilmesi gerekmektedir.
Örnekler üzerinden incelendiğinde bazı hücresel veya doku mühendisliği ürünlerinin ileri tedavi tıp ürünleri kapsamında ayrı sınıflandırmaya tâbi oldukları da görülmektedir. Örneğin, hücre içeren bir otolog kornea epitelyumu bir doku mühendisliği ürünü olarak kabul edilmekte ve kornea lezyonlarında klinik uygulamalarda kullanılabilmektedir. Endokrin pankreastan izole edilen Langerhans adacıkları da bu sınıfa girmektedir.
Bu tip uygulamalar yaygın olmasa da pankreatektomi sonrasında otolog olarak veya şiddetli tip-1 diyabette allojenik olarak uygulanmaktadır.
ÖNERİLER veUYARILAR
Hücre tedavilerini ve ilgili politikaları doğrudan veya dolaylı etkileyebilecek bazı hususlar aşağıda sıralanmıştır:
- Gerçekleştirilecek çalışmaların güvenilir ve etkin biçimde işlemesini sağlayacak ana unsur bilim insanlarıdır.
- Günümüzde, araştırmacılar hasta kitlesinin ve hasta yakınlarının beklentileri doğrultusunda psikolojik baskı altındadırlar. Bu baskı bilim insanlarını bazen yanlışlara sürükleyebilmektedir.
- Hasta kitlesinin beklentilerine paralel olarak bilim insanlarının, klinik araştırmacıların, kurumların ve devletlerin yenilikçi hücre tedavileri ve kök hücre alanında öncü olma istekleri çalışmaların seyrini etkilemektedir.
- Bütün bu beklentileri karşılamak üzere gerek ülkemizde gerekse diğer ülkelerde bazen güvenilir/etkin sonuçlar elde edilmeden hastalara erken umutlar verilebilmektedir. Etkinliği ve güvenirliği henüz kanıtlanmamış bir uygulamanın hayata geçirilmesi tabiidir ki, kabul edilemez. Ancak 8-10 yıl gibi bir sürede geliştirilebilecek tedavi seçenekleri ile ilgili dile getirilen erken vaatlerle kamuoyunun yüksek beklentiler içerisine sokulması, bilim dünyasının halkla ilişkiler alanında kaçınması gereken bir durumdur. Bilimsel araştırma veya tedavi geliştirme aşamasında öncelikli olarak ekonomik beklenti içinde olunması, süreci olumsuz etkileyebilecek önemli bir unsurdur.
Öte yandan, hücre tedavisi geliştirme çalışmaları, ilaç firmalarının bu alana girmesiyle hızlanabilmektedir. Özellikle, Faz-I ve II’yi takip eden ileri aşama klinik araştırmaları özel sektör tarafından üstlenilmediğinde, bilimsel yeniliklerin hayata geçirilmesi ne yazık ki mümkün olamamaktadır.
- Özgün bilimsel teknolojileri geliştiren bilim insanlarının, emek ve eserlerinin fikri mülkiyetlerine sahip olması; bilimsel bulgu ve gelişmelerin hastalara ne şekilde yansıtılacağı gibi hususlar, tartışmalı konular arasındadır.
- Bilim insanlarını yanlışa sürükleyebilecek hususlar arasında, kontrolsüz ego ve öncü olma hırsıyla gerçekleşen şiddetli bilimsel rekabet gelir. Araştırma bütçelerine kaynak sağlamak ve iş güvencesini devam ettirmek için büyük rekabet şartlarında, yüksek etki faktörlü ve ilgi uyandıran yayınların hızla üretilme çabası, bazen bilginin çarpıtılmasına, bilimsel sahteciliğe ve intihal olaylarına yol açabilmektedir.
Bilim ve tıp etiği ihlallerinin bilim dünyasında beklenmedik derecede üzücü sonuçları olabilmektedir.
Kök hücre alanının dünyada önder ve saygın bilimsel kuruluşu olarak kabul edilen Uluslararası Kök Hücre Araştırmaları Derneği (ISSCR), bilimsel araştırmaların kalitesinin yükseltilmesi, yukarıda sözü edilen risk ve tehditlerin en aza indirilmesi, hastalarla ilgili bazı kritik hususların irdelenmesi vb. konularda faaliyet göstermektedir. Bu kapsamda, hasta el kitapları yayınlayarak hastaları doğru merkezlere yönlendirmekte, bilimsel gelişmelerle ilgili önemli hususları kamuoyu ile paylaşmaktadır (44).
KAYNAKLAR
1.Lanza R, Gearhart J, Hogan B et al., Editors (2009) “Essentials of Stem Cell Biology II ndEd.” Academic Press, ISBN 978-0-12-374729-7.
2.Elçin, Y.M. (2009) “Embriyonik kök hücreler” Kök Hücre Biyolojisi ve Klinik Uygulamalar, TÜBA Raporları 20: 23-28, ISBN: 978-9944-252-29-4.
3.Elçin YM (2010) “Kök hücre kaynakları: Embriyonik kök hücreler” TÜBİTAK Bilim ve Teknik- Haziran 2010, 511: 40-41.
4.Lynch J (2011) “What are stem cells? Definitions at the intersection of science and politics” Tuscaloosa, AL: University of Alabama Press.
5.Barnes DWH, Loutit JF (1954) “What is the recovery factor in spleen?” Nucleonics12: 68-71.
6.Becker AJ, McCulloch EA, Till JE (1963) “Cytological demonstration of the clonal nature of spleen colonies derived from transplanted mouse marrow cells” Nature197(4866): 452-4.
7.Siminovitch L, McCulloch EA, Till JE (1963) “The distribution of colony-forming cells among spleen colonies” Journal of Cellular and Comparative Physiology 62(3): 327-36.
8.Fridenstein A, Cailakhian RK, Lalykina KS (1970) “Fibroblast-like cells in cultures of guinea pig hematopoietic” Tsitologiya12(9): 1147-55.
9.Friedenstein AJ, Deriglasova UF, Kulagina NN, vd. (1974) “Precursors for fibroblasts in different populations of hematopoietic cells as detected by the in-vitro colony assay method” Experimental Hematology 2(2): 83-92.
10.Caplan AI (1991) “Mesenchymal stem cells” Journal of Orthopaedic Research9: 641-50.
11.Caplan AI (1994) “The mesengenic process” Clinics in Plastic Surgery 21: 429-35.
12.Caplan AI, Sorrell JM (2015) “The MSC curtain that stops the immune system” Immunology Letters doi:10.1016/j.imlet.2015.06.005.
13.Evans M, Kaufman M (1981) “Establishment in culture of pluripotent cells from mouse embryos” Nature292 (5819): 154-6.
14.Thomson JA, Itskovitz-Eldor J, Shapiro SS, vd. (1998) “Blastocysts embryonic stem cell lines derived from human” Science282(5391): 1145-7.
15.Klimanskaya I, Chung Y, Becker S, vd. (2006) “Human embryonic stem cell lines derived from single blastomeres”Nature444: 481-5.
16.Takahashi K, Yamanaka S (2006) “Induction of pluripotent stem cells from mouse embryonic and adult fibroblast cultures by defined factors” Cell126(4): 663-76.
17.Takahashi K, Tanabe K, Ohnuki M, vd. (2007) “Induction of pluripotent stem cells from adult human fibroblasts by defined factors” Cell131(5): 861-72.
18.Yamada M, Johannesson B, Sagi I, vd. (2014) “Human oocytes reprogram adult somatic nuclei of a type 1 diabetic to diploid pluripotent stem cells” Nature510(7506): 533-6.
19.Nature News (2014) “Next-generation stem cells cleared for human trial” doi:10.1038/nature.2014. 15897.
20.Thomas ED, Lochte HL, Lu WC, Ferrebee JW “Intravenousinfusion of bone marrow in patients receiving radiation and chemotherapy” New England Journal of Medicine1957; 257: 491.
21.İnanç B, Elçin AE, Elçin YM (2009) “In vitrodifferentiation and attachment of human embryonic stem cells on periodontal tooth root surfaces” Tissue Engineering Part A15(11): 3427-35.
22.Harding J, Mirochnitchenko O. (2014) “Preclinical studies for induced pluripotent stem cell-based therapeutics” Journal of Biological Chemistry289(8):4585-93.
23.Odabaş S, Elçin AE, Elçin YM (2014) “Isolation and characterization of mesenchymal stem cells”
Bone Marrow and Stem cell Transplantation, Methods in Molecular Biology 1109: 47-63.
24.Horwitz EM, Le Blanc K, Dominici M, vd. (2005) “Clarification of the nomenclature for MSC: the international society for cellular therapy position statement” Cytotherapy, 7: 393-5.
25.Caplan AI (2007) “Adult mesenchymal stem cells for tissue engineering versus regenerative medicine” Journal of Cellular Physiology213(2): 341-7.
26.Elçin YM, Editor (2003) “Tissue Engineering, Stem Cells and Gene Therapies” AEMB Series: 534, NY & London, Kluwer-Plenum, ISBN 0-306-47788-2.
27.Elçin YM (2004) “Stem cells and tissue engineering” Advances in Experimental Medicine and Biology553: 301-16.
28.Elçin YM (2010) “Sentetik organların oluşturulması” TÜBİTAK Bilim ve Teknik Haziran 2010, 511: 46-47.
29.Elçin YM (2009) “Klinik doku mühendisliği” Kök Hücre Biyolojisi ve Klinik Uygulamalar,TÜBA Raporları
20: 93-98, ISBN: 978-9944-252-29-4.
30.Doğan A, Parmaksız M, Elçin AE, Elçin YM (2015) “Extracellular matrix and regenerative therapies from the cardiac perspective” Stem Cell Reviews and Reportsdoi: 10.1007/s12015-015-9641-5.
31.Binnet MS, Başarır K, Emin N, Yörübulut M, Elçin YM (2010) “Recent applications of cellular therapy in orthopedic surgery” Journal of Cellular Therapy and Regenerative Medicine1(1): 17-22.
32.Elçin YM (1998) “Tissue engineering of liver” Biomedical Science and Technology: Recent Developments in the Pharmaceutical and Medical Sciences, Springer, pp.109-16.
33.Elçin YM (2006) “27.Bölüm- Ürolojide doku mühendisliği ve gen tedavisi” Temel Üroloji 2. Baskı,Ed. Anafarta K, Bedük Y, Arıkan N, Güneş Tıp, pp. 1061-76, ISBN 975-277-135-1.
34.İnanç B, Elçin AE, Elçin YM (2006) “Osteogenic induction of human periodontal ligament fibroblasts under two and three-dimensional culture conditions” Tissue Engineering12(2): 257-66.
35.İnanç B, Elçin YM (2011) “Stem cells in tooth tissue regeneration-challenges and limitations” Stem Cell Reviews and Reports 7: 683-92.36. Koç A, Finkenzeller G, Elçin AE, Stark GB, Elçin YM (2014) “Evaluation of adenoviral vascular endothelial growth factor-activated chitosan/hydroxyapatite scaffold for engineering vascularized bone tissue using human osteoblasts: In-vitro and in-vivo studies” Journal of Biomaterials Applications 29(5): 748–60.
37.Durkut S, Elçin AE, Elçin YM (2015) “In-vitro evaluation of encapsulated primary rat hepatocytes pre- and post-cryopreservation at -80°C and in liquid nitrogen” Artificial Cells Nanomedicine and Biotechnology 43(1): 50-61.
38.Atala A, Bauer SB, Soker S, vd. (2006) “Tissue-engineered autologous bladders for patients needing cystoplasty” The Lancet 367(9518): 1241-6.
39.Macchiarini P, Jungebluth P, Go T, vd. (2008) “Clinical transplantation of a tissue-engineered airway”
The Lancet 372(9655): 2023-30.
40.Gomez-Barrena E, Sola CA, Bunu CP (2014) “Regulatory authorities and orthopaedic clinical trials on expanded mesenchymal stem cells” International Orthopaedics38(9): 1803-9.
41.Badylak SF, Weiss DJ, Caplan A, vd. (2012) “Engineered whole organs and complex tissues” The Lancet379 (9819): 943-52.
42.Parmaksız M, Elçin AE, Elçin YM (2015) “Decellularization of bovine small intestinal submucosa and its healing of a critical-sized full-thickness skin defect, alone and in combination with stem cells, in a small rodent model” Journal of Tissue Engineering and Regenerative Medicinedoi: 10.1002/term.2071.
43.Parmaksız M, Doğan A, Odabaş S, Elçin AE, Elçin YM (2015) “Clinical applications of decellularized extracellular matrices for tissue engineering and regenerative medicine” Biomedical Materials (in press).
44.International Society for Stem Cell Research (ISSCR) “Hasta El Kitabı-Türkçe Çevirisi”http://www.closerlookatstemcells.org/docs/default-source/patient-resources/patient-handbook---turkish.pdf?sfvrsn=4.
Prof. Dr. Y. Murat ELÇİN
TÜBA-KÖK HÜCRE ARAŞTIRMALARI ve BİYOETİK SEMPOZYUMU RAPOR 19 Şubat 2015 – Ankara
Genetik
-
İnsanlarda Kaç Kromozom Vardır?
-
Sık görülen mikrodelesyon sendromları nelerdir?
-
Bilim insanları kromozomları nasıl inceler?
-
Arkea'da Kromozomlar ve DNA Replikasyonu
-
DNA Onarım Mekanizmaları Nelerdir?
-
DNA hasarına neden olan etkenler nelerdir?
-
XYY Süper Erkek Sendromu - JACOB’S, Sendromu
-
Bitki doku kültürü çalışmaları ile haploid bitkiler elde edilebilir
-
Gram pozitif bakterilerden genomik DNA izolasyon protokolü
-
E. coli bakterisinden genomik DNA izolasyon protokolü
-
DNA’nın Keşfi
-
İnsan Genom Projesi Nedir ? Amaçları Nelerdir ?
-
Genomik mikrodizilimlerle ikilenme teşhisi yöntemi
-
Gen duplikasyonu ve amplifikasyonu nedir?
-
DNA ile RNA Arasndaki Farklar ve Benzerlikler Nelerdir