Türkiye’nin Ekolojik Varsıllıkları Nelerdir
Tarihsel süreç içerisinde doğadan avcılık ve toplayıcılık ile yararlanan insanoğlunun doğayı kullanma eylemi zamanla biçim ve boyut değiştirmiştir. Gereksinme ve isteklerini süreç içerisinde doğadan tam olarak karşılayamayan insanoğlu yine “doğayı kullanarak ya da eşanlamlısı tüketerek” fayda yaratmaya çabalamıştır. Üretim olarak karşımıza çıkan bu süreç içerisinde insanoğlu doğayı ve doğal varlıkları alabildiğince kullanma/tüketme eğilimine girmiş; bu eğilim yalnızca doğal varlıkları değil, aynı zamanda ekosistemleri de tehlikeli bir sürecin eşiğine getirmiştir. Yenilenebilir ancak sonlu varlıklar olan ekosistemler de, bu üretim ve tüketim artışından olumsuz olarak etkilenmiş ve etkilenmektedirler.
Türkiye yersel konumu ve yeryüzü biçimleri ile ekolojik koşulların, dolayısıyla da doğal varlıkların hem yatay hem de dikey olarak son derece değişken olduğu ender coğrafyalardan biridir . 778 milyon dönüm yüzölçümüne sahip olan Türkiye’de, yaklaşık 230 milyon dönüm bitkisel üretim; 212 milyon dönüm ormancılık ve 124 milyon dönüm de hayvancılık etkinlikleri için kullanılmaktadır. Ortalama 504x109 m3/yıl olduğu hesaplanan yağışın %37’si yüzeysel ve %8’i de yer altı suyu olarak karasal çevrime girebilmektedir[9].
Bu verilere göre Türkiye su sıkıntısı çekmeye aday ve kurak/yarıkurak iklime sahip bir ülkedir.
Türkiye’de 8300 km deniz kıyısı, 9000 km de ada kıyısı bulunmakta ve bu kıyı uzunluğuna oldukça özgün ekolojik koşullara sahip göl ve göletlerin de katılması gerekmektedir. Denizden yüksekliği 5000 m’den fazla bir(Ağrı dağı); 4000-4999 m arasında üç(Buzul, Uludoruk ve Süphan); 3000-3999 m arasında 103; 2000-2999 m arasında 133 ve 1000-1999 m arasında olan da 81 dağ bulunmaktadır[9].
Yüzey genişliği 8900 km2 olan 48 göl, 3300 km2 olan 60 dolayında gölet, yaklaşık 636 km2 genişliğinde 157 ada ve 400 dolayında da sulakalan ülkemiz topraklarında yer almaktadır.
Yağış miktarları ise 2300 mm olan ve en çok yağış alan Rize’den, 325 mm ile en az yağış alan Konya Ovasına kadar çeşitlilik göstermektedir.
Bu değişkenlik yenilenebilir doğal varlıkların, yani tarım yapılabilir arazilerin, otlakların, ormanların, tatlı ve tuzlu su varlıklarının niceliği, niteliği ve yersel dağılımı ile biyoçeşitlilik düzeyi üzerinde belirleyici olmuştur. Örneğin ülkemizde yaklaşık 95000 bitki türü bulunmakta; bunların yaklaşık 3000 tanesi endemik tür sınıfına girmektedir. Bu türlerden 1700 kadarı ender görülmekte, 200 kadarı ise yok olma tehlikesi ile karşı karşıya bulunmaktadır. Öte yandan, ülkemizde otlak olarak kullanılan alanların toplam genişliğinin 21 milyon ha olduğu öne sürülmektedir. Bu alanların yalnızca %14’ü I-IV. sınıf arazilerde bulunmaktadır. Bir hektardaki bir otlakta ortamla kuru ot verimi 300-600 kg ve bu otların içinde iyi nitelikli yem bitkisi oranı ise %5-10 arasında değişmektedir.
Genişliği 1 milyon ha’ı aşan 300 ve 100 ha’ı aşan da 80 dolayında sulakalan bulunmaktadır. Türkiye’de rastlanan 400 kuş türünden yaklaşık 250’si göçmen özelliğindedir.
Ekolojik koşulların çeşitliliği, hayvansal canlıların hem sayı hem de tür olarak oldukça değişiklik göstermesine yol açmaktadır. Ülkemizde şimdiye kadar 120 bin dolayında omurgasız hayvan türü belirlenmiştir. Bu türlerden 20 bin kadarı yalnızca ulusal sınırlarımızda yaşamaktadır[9].
Diğer yandan 21.2 milyon ha olduğu öne sürülen orman varlığının yarısının verimsiz yapıda olduğu ve 1970 yılından bu yana 1 milyon ha genişlediği belirtilmektedir [10]. Orman ağacı ve ağaççığı yönünden de ülkemiz eşine az rastlanır bir çeşitliliğe sahiptir. Örneğin ormanlarımızda doğal olarak yetişen beş çam, dört göknar, yirmiye yakın meşe, on akçaağaç, yirmiüç söğüt, dört kavak, iki kayın, iki gürgen ve beş huş türü bulunmaktadır.
Sonuç olarak Türkiye değişik iklim kuşakları, dağ-deniz konumlarının yatay ve dikey farklılıkları ve buna bağlı olarak bitki ve hayvan varsıllığı yönünden nerdeyse yeryüzünün en özgün ekolojik ve biyolojik çeşitliliğine sahip bulunmaktadır. Ancak buradaki en büyük sorun, bu çeşitliliğin farkında olmamak, yanlış algılamak ve önemini kavramamaktır.
Orman Ekosistemi
Ormanlar birbirleriyle, yönü ve şiddeti zamana ve ortama göre değişik ilişkiler içinde bulunabilen, sonsuz sayıda alt sistemden oluşmuş, canlı sistemlerdir(ekosistem). Ormanlar, varlığı ve yokluğu ile nitelik ve niceliği cins, tür, sınıf ayrımı yapılmaksızın, tüm canlıları etkileyebilen doğa parçasıdır. Ormanlar doğrudan ve dolaylı etkileri, doğrudan ve dolaylı olarak etkilenmesi herhangi bir mülkiyet biçimi ve sınırıyla sınırlandırılamayan oluşumdur. Dolayısıyla, ormanlar, tüm canlıların ve bu arada da tüm insanların ORTAK varlıklarıdır[11].
Orman ekosisteminin canlı bileşenleri otsu ve odunsu bitkiler, hayvanlar ve ayrıştırıcılar(bakteriler, mantarlar, solucanlar, vd); cansız bileşenleri ise toprak, su, kayaç, iklim, arazi ve benzerleridir
Yasalarımızda ve büyük çoğunlukla ormanlar ise “ağaç ve ağaççık topluluğu” olarak tanımlanmaktadır. Yürürlükteki 6831 sayılı “Orman Yasası” nın 1. maddesine göre de “tabii olarak yetişen veya emekle yetiştirilen ağaç ve ağaççık toplulukları yerleriyle birlikte” orman sayılmaktadır. Bu türden tanımlar, ormanın yalnızca ağaç ve ağaççıklar öğesini öne çıkarmaktadır. Oysa, ormanı yalnızca ağaç ve ağaççıkların rastgele bir araya geldikleri ya da getirildikleri topluluklar olarak algılamak, yaşamsal önemde eksiklik ve yanlışlıklara yol açabilmektedir.
Ormanı ekosistem olarak algılayıp kabul etmemek beraberinde pek çok sorunu getirmekte, ormanların yönetilme biçim ve süreci yönünden de yaşamsal önemde ilkelerin yanlış olarak benimsenmesine dayanak oluşturmaktadır.
Örneğin bu sorunlardan biri ormanlarımıza ilişkin verilerde kendini göstermektedir. OGM verilerine göre[10], 21.2. milyon ha ormanlık alanın yaklaşık % 50’sini bozuk(verimsiz), %50’sini ise verimli ormanlar oluşturmaktadır. Ormanlarımızın % 54’ü iğne yapraklı(çam, göknar, ladin gibi), % 46’sı ise geniş yapraklı(meşe,kayın, kızılağaç gibi) ağaç cinslerinden meydana gelmektedir. Ancak, ağaç varlığı ile ilgili bilgiler yalnızca çamlarda tür düzeyinde sayısallaştırılmaktadır. Bu nedenle, diğer ağaç ve ağaççıkların “tür” varlığını yer, alan ve nitelik gibi özellikleriyle belirleyebilme olanakları son derece kısıtlı kalmaktadır.
Çünkü, ülkemizde orman envanteri çalışmaları sırasında yalnızca ağaç varlığıyla ilgili bilgiler(alan genişliği, hammadde odun varlığı ve verim gücü gibi) üretilmektedir. Buna karşılık, ağaççıkların yanı sıra, otsu bitkiler ve yabanıl hayvan envanteri hiç yapılmamaktadır.
Oysa ekolojik olarak çok hassas bir konumda bulunan Türkiye doğası, iklim ve toprak yapısındaki çeşitlilikten kaynaklanan önemli bir biyolojik zenginliğe sahiptir[12]. Ormanların yanlış algılanış biçimi sonucunda, dünyada kişi başına düşen ortalama orman alanı 0.80 ha iken, ülkemizde bu oran 0.35 ha kadar olmaktadır. Bunun dışında Türkiye kara yüzeyinin yaklaşık % 90’ında erozyon tahribatı bulunmakta; bu oranın yaklaşık %80’inde erozyon “şiddetli” ve “çok şiddetli” düzeyde hüküm sürmektedir. Bundan dolayı ülkemiz her yıl büyük kısmı orman ve diğer bitki örtüsünün yok edilmesinden kaynaklanan yaklaşık “1.4 milyar ton” verimli toprağını yağışlarla ve taşkınlarla göllere ve denizlere sürükleyerek yitirmektedir.
Ormanların içinde ve bitişiğinde yerleşik 20430 köyde, yaklaşık 7,5 milyon insan yaşamakta[10]; bu insanlar geçimlerini çevrelerindeki ormanlardan sağlamaktadırlar. Bu geçim sağlama etkinliği sırasında her yıl ortalama 15600 ağaç kesme, 6300 hayvan otlatma suçu işlenmektedir. 23500 dönümü tarlaya ve 6200 dönümü de yerleşim alanlarına dönüştürülerek ormansızlaştırılmaktadır.
Ayrıca her yıl ortalama 2000 orman yangını çıkmakta ve yaklaşık her yıl 150 bin dönüm orman yanmakta/yakılmaktadır. Ortalama 18 milyon ton odun yakacak olarak kullanılmakta; bunun % 67’si yasadışı yollarla sağlanmaktadır[11].
Yalnızca ormansızlaşma ve orman varlığı azalmamakta, aynı zamanda biyolojik çeşitlilik hızla kaybolmaktadır. Geleceği tehlike altında olan türlerin toplam tür varlığına oranı Avrupa ülkelerinde %3,8 iken Asya-Afrika ülkelerinde %31 ve Güney Amerika ülkelerinde %16,6 düzeyine erişmektedir.
Onca uluslararası anlaşmaya, giderek yaygınlaşan bunca duyarlılığa karşın, Dünyadaki ormansızlaşma sürmekte ve ormansızlaşma hemen hemen yalnızca geri kalmış ülkelerde yaşanmaktadır. Üstelik bu süreç büyük ölçüde uluslar arası ormancılık, hayvancılık ve tarım tekellerinin destekleri, en azından yönlendirmesiyle gerçekleşmektedir.
Ülkemizde de durum pek farklı görünmemektedir. OGM kaynakları aksini söylese de, devlet ormanı sayılan alanların genişliği 1950’den günümüze 1,4 milyon ha azalmıştır.
Başta orman sayılan alanların tanımlarının değiştirilmesi olmak üzere, çok sayıda hukuksal düzenlemeyle belirli alanlar orman dışına çıkarılmıştır. Mülkiyet düzeni değiştirilmeden, örneğin Orman Kanunu’nun 16, 17, 18 ve 115. maddeleri ile 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu’nun 8. maddesi uyarınca verilen izinler ve irtifak hakları da devlet ormanı sayılan alanların azalmasına yol açmış/açmaktadır. Özellikle son yıllarda maden kanununda yapılan değişiklikler, ormanların üzerindeki önemli yasal baltalardan biri olma özelliği göstermektedir.
Tüm bu düzenlemeler kadastro çalışmalarının henüz bitirilmediği, arazi kullanım planlamasının yapılmadığı, ayrıntılı veri/bilgi tabanının bulunmadığı, geçerli arazi mülkiyet ya da kullanım belgelerinin olmadığı bir Türkiye’de yoğun karmaşaya yol açmış ve olan “ormanlarımıza” olmuştur. Söz konusu hukuksal düzenlemelerin yol açtığı belirsizlik ve özendirici tutumlar, başta orman yangınları olmak üzere ormanlara çeşitli biçimlerde zarar veren eylemleri arttırmıştır.
1950’den günümüze değin yaklaşık 2 milyon ha orman ekosistemi yanmış ve 300 bin ha orman ekosistemi de tarım alanına ve yerleşme yerine dönüştürülmüştür. Antalya, Balıkesir, Çanakkale, Muğla, Trabzon, Giresun ve İzmir Orman Bölge Müdürlükleri sınırları içindeki orman alanı genişliği 335 bin ha azalmıştır[11].
Genelde doğanın ve çevrenin özelde ise ormanın yanlış ya da tekdüze algılanması sonucu aşırı gübreleme ve bilinçsiz kimyasal ilaç kullanımı artmakta, bundan dolayı da hem toprağımız hem de su kaynaklarımız kirletilmektedir. Aşırı ve bilinçsiz sulama ile topraklarımız tuzlanmakta, dolayısıyla bitkisel üretimimiz azalmaktadır. Kurak geçen yıllarda yer altı suyuna aşırı yüklenilmesi yer altı suyuna deniz suyunun karışmasına yol açmaktadır. Uygulanan son ekonomik programlarla üretici tembelliğe ve üretimsizliğe teşvik edilmektedir. Su havzaları ve ormanlarımız yapılaşmaya açılarak talan edilmeye çalışılmaktadır. Tüm bunların sonucunda Toprak-Su ve Bitki kaynaklarımız ile bu kaynaklar arasındaki ilişki düzeni giderek bozulmakta ve hatta geri dönülmesi mümkün olmayan bir sürece doğru gidilmektedir.
Ormanı bir ekosistem olarak algılamamanın bir sonucu olarak siyasal İktidarlar Anayasanın ormanlarla ilgili 169. ve 170. Maddelerinde köklü değişiklikler yapmak istemekte, Kızılağaçlar ile aşılı kestaneliklerin orman alanı dışına çıkarılması için çaba harcanmakta ve buradan gelir ya da rant sağlanmaya çalışılmaktadır.
Tüm bu doğa-çevre ve ormanı olumsuz etkileyen gelişmeler, doğanın ya da ekosistemin büyük çoğunluk tarafından hatta ormanı ekosistem olarak algılamaları gerekenler tarafından yapılmaktadır.
Oysa orman ekosistemi bitki, toprak ve su dengesinin kırsal alandaki sosyal istikrarın, barajların uzun ömürlü olmasının ve gıda güvenliğinin temel sigortasıdır.
Ormanlar ekonomi bakımından önemli kalkınma aracıdır. Ormanların sürdürülebilirliğinin sağlanması, kaynağın akılcı kullanılması ve geliştirilmesi özellikle gelişmekte olan ülkeler için oldukça önemlidir. Özellikle son yıllarda kendini hissettiren iklim değişiklikleri tüm dünya ülkelerine doğaya verilen zararın ve ormanların yararlarıyla bunu korumak ve geliştirmek için neler yapıldığının üzerine düşünülmesi gerektiğini fark ettirmiştir.
Bu nedenle ormanla ilgili sosyo-ekonomik ve çevresel faydalarla istatistiki gerçeklerin bilinmesi uzağı gören, tutarlı ve dengeli kalkınmayı hedefleyen ülkeler için oldukça önemlidir. Bu açıdan bakıldığında 21.2 milyon hektarlık orman kaynaklarımız tarihi gelişim sürecinde bilinçsiz, düzensiz, aşırı ve plansız faydalanmalar sonucu fiziksel ve genetik açıdan tahrip olmuştur. Bitki toprak su dengesi bozulmuş, zengin flora-fauna biyolojik çeşitliliğimiz azalmış, odun arz açığı yanında sel, heyelan, çığ ve toprak erozyonu gibi doğal afetler sosyal yaşamı tehdit eder dereceye gelmiştir.
Giderek bozulan ekolojik sistemin dengelenmesi ve korunması açısından ormanlar önemli rol oynamaktadır. Gelişen sanayi/teknoloji ve çevrenin bilinçsizce kullanılması evrenimizdeki dengenin bozulmasına neden olmuştur. Ancak bozulan bu sistemde ormanların gördüğü zararlar da azımsanmayacak kadar fazladır. Ormanların tahribatı genel anlamda insan kaynaklı olup çok az bir kısmı doğal nedenlerden ileri gelmektedir.
BİYOLOJİ ÖDEV YARDIM
-
Mercanlar ve Mercan resifleri hakkında bilgi
-
Kulak Nedir? Kulağın Yapısı ve Görevleri Nelerdir?
-
Göz nedir ? Gözün görevleri nelerdir ? Canlılarda göz ve görme organı
-
Boğaz nedir ? Boğazın kısımları nelerdir ?
-
Omurga, columna vertebralis nedir ? Görevleri nelerdir ?
-
Doğal gübreler nelerdir
-
Kimyasal (yapay) gübreler nelerdir
-
Kortizol Nedir
-
Semantik Nedir ?
-
Karasal Ve Sucul Biyomların Özellikleri Nelerdir ?
-
Kaç çeşit biyom vardır
-
Bitki Ve Hayvanların Yeryüzündeki Dağılımını Etkileyen Faktörler Nelerdir?
-
Bitkisel dokular hakkında bilgi
-
Ekosistemde besin zinciri ve besin ağının önemi nedir ?
-
Genetik Algoritmalar