Sera Gazlarının Ekolojik Denge Üzerindeki Olumsuz Etkileri Nelerdir
Dünya üzerine düşen güneş ışınlarından çok, dünyadan yansıyan güneş ışınlarıyla ısınır Bu yansıyan ışınlar başta karbondioksit ve su buharı olmak üzere atmosferde bulunan gazlar tarafından tutulur, böylece dünya ısınır Işınların bu gazlar tarafından tutulmasına da sera etkisi denir Atmosferde bu gazların miktarının artması ısınmayı artırır.
Günümüzdeki tehlike, karbondioksit ve diger sera gazlarinin miktarindaki artışın bu dogal sera etkisini şiddetlendirmesinde yatmaktadır Binlerce yıldır dünyamizdaki karbon kaynakları kararlı kalırken, şimdi modern insanoğlu aktiviteleri-fosil yakıtlarin kullanımı, ormanların yokoluşu, aşırı tarım yapılması, atmosfere büyük miktarlarda karbondioksit ve diger sera gazlarının atmosfere salınmasına sebep olmaktadır
Sera etkisi dünyamızı nasıl değiştiriyor?
Yeryüzü güneşten gelen bir ışık enerjisi alır Bu enerjinin bir kısmı bulutlar ve yer yüzeyi tarafından yansıtılır Geriye kalan kısım atmosfer ve yeryüzü tarafından toplanır Yeryüzü, bir kısmı atmosfer tarafından soğurulan kızılötesi ışınlar yayar Bu kızılötesi ışınların uzaya giden kısmıyla yeryüzünde biriken güneş enerjisi dünyanın ortalama sıcaklığını sabitleyebilecek şekilde dengelenir
Eğer atmosfer daha fazla kızılötesi ışın soğurursa, yeryüzü topladığından daha az enerji yayar ve bu ısınmasına neden olur Bu durum, ilk sıcaklıktan daha yüksek bir sıcaklıkta yeni bir denge sağlanana dek yeryüzün ışımasını artırır Buna sera etkisi denir Sera etkisi olmasaydı yeryüzündeki ortalama sıcaklık -18 derece olurdu Oysa,bugün sıcaklık 15 derece
Kısaca kızılötesi ışınların atmosfer tarafından tutulması “sera etkisi” olarak adlandırılır, çünkü bitki seralarındaki camların iç tarafı, gezegenin atmosferi gibi görünen güneş ışınlarını geçirme ve nesneler tarafından seranın içine salınan kızılötesi ışınların bir kısmını geçirmeyerek tutma özelliğine sahiptir Ancak bu etki seraların içine hakim olan sıcaklığın tek sorumlusu değildir Camların iç tarafı havanın dolaşımını ve dolayısıyla ısının taşınarak azalmasını engeller Bu durum özellikle rüzgar kuvveti dikkate alındığında daha önemlidir Ancak, sera etkisinin bu son özelliği gezegeni çevreleyen uzay boşluğu için geçerli değildir ve bu anlamda sera etkisi olarak adlandırılan olaya dahil değildir
Kızılötesi ışınları soğuran tüm gazlar sera etkisine neden olan gazlardır Bunlar, karbondioksit, su buharı, azot protoksit, ozon ve sentetik endüstri molekülleridir Etkileri, yoğunluklarına ve molekül başına soğurma kapasitelerine bağlıdır Yoğunlukla ilgili olarak su buharının durumu ayrıcalıklıdır, çünkü yeryüzünde bolca bulunan su iklim sisteminin ayrılmaz parçasıdır Su buharının atmosferdeki yoğunluğu havanın onu tutma kapasitesi ile belirlenir Endüstriyel çağın başından beri insan faaliyetleri sera etkisi yaratan başka gazların salımına sebep oluyor ve bu gazların atmosferdeki yoğunluğu belirgin ve düzenli bir şekilde artıyor Ek sera etkisi de küresel ısınmayı tetikliyor Bu “radyoaktif gelişme” 1990 ile 2004 yılları arasında yüzde 20 oranında artış gösterdi.
Gezegenimiz 4,65 milyar yıllık tarihi boyunca birçok kez ısınmış ve soğumuştur Günümüzde dünyamız yine hızlı bir ısınma periyoduna girmiştir ve bu kez diğerlerinden farklı olarak, oldukça fazla bir nüfus kitlesiyle bu etkiye maruz kalacaktır
Küresel ısınmayı sade bir tanımlama ile; “atmosfer, okyanuslar ve kara kütleleri yüzeyindeki sıcaklıktaki yükselme” olarak tanımlayabiliriz Bu ısınmaya kömür, petrol ve doğal gaz gibi fosil yakıtların yakılması sonucu atmosfere dahil olan sera gazlarının neden olduğu
sanılmaktadır
Sera Etkisi
Dünyamızı aydınlatan ve ısıtan enerjinin kayna ğ ı güne ş tir Güneşten, gezegenimizin yüzeyine ulaşan kısa dalgalı radyasyon, ışıktan ısıya dönüşmek suretiyle dünyamızı ısıtır Yeryüzü, bu radyasyonun bir kısmını uzun dalgalı kızılötesi ışın olarak uzaya geri yansıtır Bu uzun dalgalı kızılötesi ışınların büyük bölümü uzaya geri dönerken, bir bölümü dünya atmosferinde sera gazları vasıtasıyla tutulu kalmaktadır Atmosferde kızılötesi ışınların tutulması ve yansıtılması sırasında, tıpkı seradaki camlar gibi ısıyı muhafaza etme özelliklerinden dolayı bu gazlara “sera gazı” adı verilmiş tir Bu gazların atmosfer içindeki miktarlarının artması ile atmosfer, güne ş yoluyla dünyamıza sağlanan ısının tutulmasını tekrar geriye bırakılmasını sağlayan bir yalıtkana dönüşmektedir
Sera Gazı Çeşitleri
Sera gazları tabii olarak do ğ ada bulunurlar ve ayrıca insanların çeşitli faaliyetleri sonucu ortaya çıkarlar
Sera gazları içerisinde en bol miktarda bulunanı okyanuslar, denizler, göller ve akarsulardan buharlaşma yoluyla atmosfere karışan su buharıdır
Karbon dioksit (CO2) ikinci en fazla bulunan sera gazıdır Organik maddenin çürümesi, hayvan ve insanlarını solunumu, yanardağ patlamaları gibi birçok do ğ al olaylar sonucu atmosfere dahil olmaktadır Ayrıca, insanlar fosil yakıtlar, katı atıklar, ağaç ve ağaç ürünleri yakmak suretiyle evlerini ısıtmak, motorlu taşıtlar kullanmak ve elektrik üretmek amaçlarıyla atmosfere dahil olan karbon dioksit miktarını arttırırlar 18nci yüzyılın ortalarındaki Sanayi Devrimi’nden bu yana atmosferdeki miktarı 281 ppm’den 368 ppm’e ulaşarak %31’lik bir artış göstermiştir
Metan (CH4), atmosfer içerisinde daha etkili yalıtkanlık yaratan bir gazdır Aynı miktardaki karbon dioksite oranla en az 20 kat daha fazla ısıyı tutabilmektedir Kömür, doğal gaz ve petrolün üretim ve taşınması esnasında atmosfere dahil olmaktadır Metan, büyükbaş hayvanlar başta olmak üzere kimi hayvanların sindirim yan ürünü olarak ortaya çıkmasının yanında atık alanlarındaki organik maddelerin bozuşmasından da meydana gelmektedir Sanayi Devrimi’nden bu yana atmosferdeki metan miktarı iki kattan daha fazla artmıştır
Diazot monoksit (N2O), esas olarak tarım topraklarının işlenmesi ve fosil yakıtların yakılması sonucu ortaya çıkmaktadır Çok güçlü yalıtkanlık özelli ğ i olan bir gazdır Aynı miktardaki karbon dioksitin tuttuğundan yaklaşık 300 kat fazla ısı tutma özelliğine sahiptir Atmosferdeki miktarı, sanayileşme öncesindeki düzeyle kıyaslandığında %17’lik bir artı ş göstermiştir
Sera gazları, aynı zamanda modern ve teknolojik bir hayatın devamı için gerekli üretim işlemleri sonucunda da meydana gelmektedir
- Alüminyumun eritilmesinden perflorlu bileşikler meydana gelmektedir
- Otomobil koltukları, mobilyalar ve yalıtımda kullanılan köpükler de dahil
olmak üzere birçok maddenin üretimi esnasında hidroflorokarbonlar meydana
gelmektedir
- Kimi gelişmekte olan ülkelerde montajı yapılan buzdolaplarına hâlâ soğutucu
gaz olarak kloroflorokarbonlar kullanılmaktadır
20nci yüzyıl boyunca, atmosfer içerisinde büyük miktarlarda artış gösteren bu sentetik kimyasalların bazıları atmosfer sıcaklığını arttırma özelliklerinin yanında, dünyamızı morötesi ışınların olumsuz etkilerinden koruyan ozon tabakasına da zarar vermektedirler
2000 yılında triflorometil sülfür pentaflorid adında yeni bir sentetik bileşiğin atmosferde hızlı bir şekilde arttı ğ ı belirlenmiştir Bu gazın diğer bilinen sera gazlarından çok daha fazla ısı tutma özelli ğ i olması endişe vericidir ve endüstriyel kaynağı hâlâ bulunamamıştır
Küresel Isınmanın Etkileri
Dünya üzerindeki tüm yaşamlar sera etkisi ile yakından ilişkilidir Sera etkisi olmayan bir dünya, yaklaşık 33 o C’lik bir soğuma ile karşı karşıya kalır ki, bu da dünyamızın bir kutuptan diğerine buzlarla kaplanması anlamına gelmektedir Ancak, sera gazlarının atmosferde aşırı bir şekilde artması da sürekli ısınma şeklinde dengelerin bozulması tehdidini yaratmaktadır
Dünyanın ortalama yüzey sıcaklı ğ ı 15 o C’dir Geçti ğ imiz yüzyılda bu sıcaklık 0,6 o C’lik bir artış göstermiş tir Kıtalar üzerindeki sıcaklık okyanuslar ve denizlere oranla daha fazla artmıştır 1950 yılından bu yana deniz yüzeyi sıcaklı ğ ı kara yüzeyindekinin ancak yarısı kadar artmıştır Gece sıcaklıklarında da her 10 yılda ortalama 0,2 o C artı ş görülmüş tür IPCC (Intergovernmental Panel On Climate Change)’nin 2001 yılında yayımlanan üçüncü değerlendirme raporunda 2100 yılına kadar dünyamızdaki ortalama sıcaklığın 1,4-5,8 o C arasında artacağı belirtilmektedir Bu artışın 1990-2025 yılları arasında 0,4-1,1 o C, 1990-2050 yılları arasında 0,8-2,6 o C civarında seyredeceği kurgulanmaktadır
Küresel ısınmaya bağlı olarak geçti ğ imiz yüzyılda kar örtüsü ve buzul boyutlarında küçülmeler ya ş andı 1960’ların sonlarından bu yana Kuzey Yarıküre’de kar örtüsünde %10’luk bir azalma oldu Orta ve daha yukarı enlemlerde göl ve nehirlerin yıllık buzla kaplı kalma sürelerinde yaklaşık 2 haftalık bir kısalma oldu 20nci yüzyıl boyunca dağ buzullarında da büyük çapta zirveye doğru çekilmeler yaşandı 1950’lerden 2000’e kadar geçen sürede Kuzey Yarıküre’de bahar ve yaz aylarındaki deniz buzulu boyutlarında %10-15 oranında küçülmeler yaşandı 20nci yüzyılın son 30 yılında Arktik deniz buzulu kalınlığında yaklaşık %40’lık bir azalma ya ş andı Önümüzdeki süreçte de ısınmaya bağlı olarak okyanusların ılıklaşmasıyla birlikte da ğ buzullarının ve kutuplardaki buz örtüsünün erimeye devam etmesi beklenmekte ve deniz seviyelerinin de 9-100 cm arasında yükseleceği tahmin edilmektedir 20nci yüzyıl boyunca deniz seviyelerinde 10-25 cm arasında bir artı ş oldu ğ u saptanmıştır
Sibirya’nın batısında 11 bin yıldır donmuş halde bulunan ve yaklaşık Fransa ve Almanya büyüklüğündeki turbalıklar küresel ısınmanın etkisiyle son 3-4 yıldır erimeye başladılar Son 40 yıl içinde bu yörede 3 o C’lik bir sıcaklık artışı görülmüştü Artık geri dönüşü olmayan bu erime olayının sonucunda atmosfere milyarlarca ton metan gazı dahil olacak CO2 gazından 20 kat daha fazla ısı tutabilme özelli ğ i olan CH4 gazının bu düzeyde atmosfere salınımı küresel ısınma hızını ve şiddetini bu güne kadar yapılan tahminler üzerinde arttıracaktır
Deniz seviyesinde görülecek yükselme, birçok kıyı bölgesi yerleşimini olumsuz yönde etkileyecektir Örneğin deniz seviyesinde meydana gelecek 100 cm’lik bir artışla Hollanda’nın %6’sı, Bangladeş ’in %17,5’i ve birçok adanın ya tümü ya da büyük bölümü sular altında kalacaktır Denizlerdeki yükselme kıyı ekosistemlerinde büyük değişiklikler yaratacak, denizlere yakın alçak düzlüklerde yeni bataklıklar meydana gelecektir Denizlerin karalar üzerinde ilerlemesi ile oluşacak arazi kayıplarının yanında kıyı erozyonlarında da artışlar görülecektir
Mevsimler bazı bölgelerde daha uzun olmaya başlayacak, kış ve gece sıcaklıkları, yaz ve gündüz sıcaklıklarından daha fazla artma eğiliminde olacaktır Isınan bir dünyada sıcak stresinden dolayı daha çok insan ölecek, tropik bölge hastalıkları serin iklim bölgelerine doğru yayılma gösterecektir
Isınmayla birlikte okyanus ve denizlerden daha fazla su buharlaşacak ve dünya daha rutubetli olacaktır Bu da yağışların artmasına neden olacaktır Kıtalar üzerine düşen yağış miktarı son yüzyıl içerisinde %1’lik bir artış göstermiş tir Gücünü suyun buharlaşmasından alan kasırgalar muhtemelen daha da güçlü olacaklardır El Nino kasırgası önceki yüz yıllık periyotla karşılaştırıldığında son 20-30 yıllık süreçte daha sık, uzun süreli ve şiddetli görülmeye başlanmıştır
Sert ve devamlı rüzgarlar, suyun topraktan daha hızlı bir şekilde buharlaşmasına yol açacak, bu da bazı bölgelerin eskisinden de daha kurak olmalarına neden olacaktır 20nci yüzyıl boyunca orta ve daha yukarı enlemlerdeki kıtalar üzerine düşen yağış ta %5-10 arasında artış saptanmıştır Yoğun yağış sıklığında da %2-4’lük artış (24 saatte 50 mm) görülmüştür Buna karşılık subtropikal alanlardaki karalara düşen yağışta %3’lük azalma olmuştur Özellikle kuzey ve batı Afrika ve Akdeniz ülkelerinin kimilerinde yağışlarda düşüş yaşanmıştır Son 10 yılda Asya ve Afrika gibi bazı kıtalarda kuraklık ve sıcaklık şiddetlerinde artış olmuştur
İklimi ısınmış bir dünyada muhtemelen önceden oldu ğ undan daha fazla tarım ürünü
üretilebilecektir Ancak, bu üretim ille de ş u anda verimli olan bölgelerde olmayıp serin iklim kuşaklarına doğru kayacaktır Kuzey Yarıküre’de özellikle üst enlemlerde son 40 yıllık
süreçte, ürün yetiştirme sezonunda her on yılda 1-4 gün uzama belirlenmiştir Küresel ısınma ve nemin artmasına paralel olarak gelecekte tarım ürünlerine ve ormanlara daha fazla böcek ve hastalık musallat olacaktır
Küresel ısınmanın etkisiyle hayvanlar ve bitkiler kutuplara ve üst dağlık kesimlere yüksek
rakımlara doğru göç edeceklerdir Ancak, bu göç yollarını tıkayan kentler ya da tarım arazileri ile karşılaşan ve bunları aşamayan bitki türlerinin nesilleri tükenecektir
Küresel Isınmanın Türkiye Üzerindeki Olası Etkileri
Türkiye, küresel ısınmanın potansiyel etkileri açısından risk grubu ülkeler arasındadır
Ülkemiz küresel ısınmanın özellikle su kaynaklarının zayıflaması, orman yangınları, kuraklık
ve çölleşme ile bunlara bağlı ekolojik bozulmalar gibi olumsuz yönlerinden etkilenecektir
IPCC’nin 2002 yılı yayımlanan V Teknik Raporu’nda;
1901-2000 yılları arasında Türkiye’de
-her 10 yılda sıcaklık 0,2 o C’ye kadar arttığı,
-yağış ta ortalama %10 düşüş olduğu,
2071-2100 yılları arasında ise
-Samsun’dan Adana’ya bir hat çizildiğinde bunun batı kısmının 3-4 o C, doğu kısmının
ise 4-5 o C civarında ısınacağı,
-günlük yağış miktarında 0,25 mm’ye kadar düşeceği,
-buharlaşma ve evaporasyonun artacağı,
-yaz kuraklığının artacağı,
-yağıştaki azalış , sıcaklık, evaporasyon ve kuraklıktaki artışla doğrudan bağlantılı
olarak orman yangınlarında artış olacağı,
-su kaynaklarındaki zayıflamaya bağlı olarak iç sularda yaşayan balık türlerinde azalma
yaşanacağı,
-sularda meydana gelecek sıcaklık artışının üreme bozukluklarına yol açacağı,
-arazi kullanımında meydana gelecek değişikliklerin erozyonu artıracağı,
belirtilmektedir
Dünya Su Kaynakları ve Tarım Toprakları
Dünya üzerindeki en yaşlı kayalar oldukları belirlenen Greenland’daki Isua kayaları içerisinde 3,8 milyar yıllık suya rastlanmıştır Suyun kökeni ile ilgili birçok teori bulunmakla birlikte yeryüzünde bu zamandan daha önce suyun varlığına dair başka kanıt bulunamamıştır
Dünyadaki toplam su miktarı 1,4 milyar km 3 olup, bu suyun %97,5’i tuzlu su, geriye kalan
%2,5’i tatlı su kaynaklarından olu ş maktadır Tatlı suların da ancak %0,3’ü göllerde,
akarsularda, barajlarda ve göletlerde bulunmaktadır
Dünyamızda 1,4 milyar insan yeterli içme suyundan yoksundur 2,3 milyar kişi sağlıklı suya
hasrettir ve yılda 7 milyon kişi su ile ilgili hastalıklardan ölmektedir Dünyada kişi başına su tüketimi yılda ortalama 800 m 3 civarındadır Ayrıca, dünyada 800 milyon kişi gıda yetersizliği ile karşı karşıyadır
Dünyadaki toplam su tüketiminin %73’ü sulamada kullanılmaktadır 1995 yılı itibarıyla
dünyada sulanan tarım alanları 253 milyon hektar iken, 2010 yılında 290 milyon hektara,
2025 yılında ise 330 milyon hektara ulaşması beklenmektedir
Dünyada toplam işlenebilir tarım arazisi 3,2 milyar hektardır Son yıllarda kişi başına düşen tarım arazisi gelişmiş ülkelerde %14,3 azalırken, gelişmekte olan ülkelerde %40 oranında azalmıştır Birleşmi ş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO)’ne göre kişi başına düş en tarım arazisi 0,23 hektar olup, 2050 yılında bu miktar 0,15 hektara kadar düşecektir
Türkiye’nin Su Kaynakları ve Tarım Toprakları
Ülkemizin yenilenebilir su potansiyeli 234 milyar m 3 olup bulun 41 milyar m 3 ’ü yeraltı suları, 193 milyar m 3 ’ü yerüstü sularından meydana gelmektedir Ülkemizde çeşitli amaçlara yönelik kullanımlarda teknik ve ekonomik anlamda tüketilebilecek yüzey ve yeraltı suyu miktarının 110 milyar m 3 olduğu belirlenmiştir
Bir ülkenin su zengini sayılabilmesi için yılda ortalama kişi başına 10000 m 3 su potansiyeline sahip olması gerekir Su potansiyeli 1000 m 3 ’ten az olan ülkeler “Su Fakiri” kabul edilmektedir Ki ş i başına düşen kullanılabilir su potansiyeli 3690 m 3 olan ülkemiz, dünya ortalaması olan 7600 m 3 ’ün oldukça altında olmasından dolayı su fakiri olmamakla birlikte su kısıtı bulunan ülkeler arasındadır Kişi başına düşen kullanılabilir su miktarımız 1735 m 3 ’tür Devlet İstatistik Enstitüsü, 2025 yılına kadar ülkemiz nüfusunun 80 milyona varacağını tahmin etmektedir Bu durumda kişi başına düşecek kullanılabilir su miktarımız 1300 m 3 ’e düşecektir
Ülkemizin yüzölçümü 78 milyon hektar olup bunun sadece 28 milyon hektarlık kısmı
ekilebilir arazilerden meydana gelmiştir
Suyun Tarımdaki Önemi
Kıtlık ve açlığın dünyayı ciddi olarak tehdit etti ğ i 21nci yüzyılda toprak ve su en önemli stratejik maddeler olarak kabul edilmektedir
Günümüzden 6000 yıl önce Mezopotamya bölgesinde Sümerler, hendekler kazarak Fırat ve
Dicle’nin sularını tarlalarına akıtmakla insanoğlunun ilk sulu tarıma geçmesini sağladılar ve uygarlığı başlattılar Kentler kuruldu, nüfus arttı, ortaya yönetici sınıflar çıktı Benzer geliş meler Mısır’ın Nil, Hindistan’ın İndus vadileriyle Çin’de Sarı Nehir civarında yaş andı
Suyun en verimli şekilde değerlendirilmesi 2nci Dünya Savaşı’ndan sonra başlamıştır
Sava ş tan sonra insanların beslenme ve giyinme gibi gereksinimlerinin artı ş ı topraktan daha
fazla yararlanmayı zorunlu hale getirmiş ve bunun da etkin sulama ile sağlanabileceği sulama yatırımlarına öncelik verilmiştir Türkiye’de de modern anlamda sulama projelerinin
geliştirilmesi, 1950’li yılların başında DS İ ve TOPRAKSU gibi kamu kurumlarının kurulması ile büyük bir hız kazanmıştır Ülkemizde ekilebilir araziler limitine 1970’li yıllarda ulaşılmış , bu tarihten itibaren ise tarımsal üretimin arttırılması ancak ülke genelinde geliştirilen modern sulama projeleri ile mümkün olabilmiştir
Ülkemiz topraklarının 25,8 milyon hektarlık kısmı sulanabilir arazilerden oluşmaktadır Ekonomik olarak sulanabilir arazi miktarı ise 8,5 milyon hektardır DSİ , Mülga Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü ve halk sulamalarıyla bu alanın ancak 4,9 milyon hektarlık
kısmı sulamaya açılabilmiştir
Sektörel bazda yapılan su tüketim tahminlerinde, ülkemizin ekonomik olarak sulanabilir 8,5 milyon hektar arazisinin, bu i ş için ayrılan ödenekler dikkate alındığında, tamamının sulamaya açılabilmesi için yaklaşık 100 yıl daha gerekmektedir
Dünyadaki sulanan alanlar ekili alanların sadece %17’lik kısmını oluşturmalarına karşın, toplam bitkisel üretimin %40’ı bu alanlardan elde edilmektedir
Suyun Yanlış Kullanımının Sonucu: Çölleşme!
Kurak ve yarı kurak iklim kuşağında yer alan ülkemizde kuraklık ve çölleşme sorunlarının küresel ısınma ile daha da artacağı dikkate alındığında sulama, aynı zamanda önemli bir sorunu da beraberinde getirmektedir; toprakların tuzlanması, yani arazi kalitesinin bozulması, çölleşme!
Yağışlı bölgelerde, toprak içerisinde doğal olarak bulunan tuzlar yağmur sularıyla akarsulara
ve yer altı sularına taşınır, bunlar aracılığıyla da deniz ya da göllere kadar ulaşır Bu nedenle yağışlı bölge topraklarında genellikle tuz birikmesi olmaz
İklimi sıcak, yağış ı az bölgelerde tarımsal üretim ve verimi arttırmak amacıyla toprağa kontrolsüz-gelişigüzel verilen sular, içlerinde doğal olarak bulunan tuzu toprağın içine dahil ederler Fazla verilen bu su, aynı zamanda taban suyunu yükseltmek suretiyle toprak ve taban suyu içinde bulunan tuzları da yukarı doğru harekete geçirir Sıcağın etkisiyle beraberinde toprak yüzeyine kadar taşıdığı tuzları burada bırakarak, hızla buharlaşmak suretiyle, toprak yüzeyinde buzlanma yaratır, tarımsal üretimi sınırlar ve verimi düşürür Fırat Nehri’nin iyi kalitedeki suyu bile her yıl 10 dekar toprağa 1,1 ton civarında eriyebilir tuzlarını dahil etmektedir
1940 yıllarında dizel motopompların kullanılmaya başlanmasıyla birlikte sulama masraflarının düştüğü Suriye’nin Fırat Nehri havzasında yeni alanlar tarıma kazandırılmıştır 1980 yılına kadar geçen süreçte, bu arazilerin yarısına yakın kısmında son derece yüksek tuz konsantrasyonları meydana gelmiş ve bu alanların büyük bir kısmı terk edilmiştir Aynı durum şu anda GAP Bölgemizde de görülmektedir Harran Ovası’nın topraklarında belirgin bir tuzlanma başlamıştır GAP Bölgesinin kalan toprakları da sulamaya açıldıkça, bu problem o kısımlarda da görülecektir Sadece Harran Ovası de ğ il, tüm GAP topraklarının ilerideki en önemli sorunu tuzluluk olacaktır Bugün, bir zamanlar “verimli ay” olarak tanımlanan
Mezopotamya bölgesindeki toprakların %80’i tuzlanarak elden çıkmıştır
Dünya tarihinde su kaynakları yönetimi uygarlıkların gelişmesinde ve hatta çöküşlerinde her zaman önemli roller oynamıştır Mısır, Çin, Hindistan, Mezopotamya uygarlıklarında, hanedanlıkların yıkılması ile su kaynakları yönetimi arasında yakın ili ş kiler bulunmaktadır Mezopotamya’da drenajın olmayı ş ı ya da yetersizliği, sulama suyunun alt katmanlardaki tuzu bitki kök derinli ğ ine çıkartması ve sulama suyundaki tuzun bitki kök bölgesinde birikmesi sonucunda tarım alanlarında tuzlanmaya neden olmuştur
Ülkemizde tuzlu, sodyumlu ve borlu topraklar İ ç Anadolu başta olmak üzere 1,6 milyon hektar alan kaplarlar Özellikle batı ve güney bölgelerimizde aşırı sulamalar sonucu toprak kalitesi bozulmuş , tuzlanma, zararlı ve hastalık oranları artmış ve verim düşmeye başlamış tırÇukurova, Gediz, Söke ve Amik Ovaları tipik örneklerdir
Dünyada hâlâ pek çok sulama projesi, kısa vadeli ve akılcı olmayan planlamalar yüzünden tarım topraklarında tuzlanmaya neden olmaktadır Bugün dünyada tuzlanmanın yılda 2 milyon hektar gibi bir miktarla yayıldığı ve bu nedenle sulama sayesinde elde edilen üretim artışının sağladığı gelirlerin büyük oranlarda azalmasına neden olduğu görülmektedir
Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizdeki su tüketiminin %73’ü tarım sektöründe gerçekleşmektedir
Erozyonun Barajlarımız ve Sularımız Açısından Önemi
Büyük yatırımlar yapılarak çeşitli amaçlar için tesis edilen, bir amacı da sulama olan barajlarımız, akarsu ve yüzey akışların taşıdığı toprak materyali ile planlanan ekonomik ömürlerinden daha kısa sürede dolmakta ve işlevlerini yitirmektedir Genelde ekonomik ömürleri 50 yıl olarak belirlenen bazı barajların aşırı erozyon etkisi ile 15-20 yılda doldukları görülmüştür (Karamanlı 13 yıl, Altınapa 10 yıl, Kartalkaya 19 yıl, Kemer 22 yıl)
Yapılan ölçümlere göre;
- Dicle Nehri’nin 26,7 milyon ton/yıl
- Fırat Nehri’nin 16,8 milyon ton/yıl
- Kızılırmak Nehri’nin 15,7 milyon ton/yıl
- Çoruh Nehri’nin 7,8 milyon ton/yıl
sediment taşıdığı tespit edilmiştir
Fırat üzerinde tesis edilmiş olan Keban Barajı’na her yıl en az 32 milyon ton toprak taşınmış ve tesis tarihi olan 1974 yılından 2001 yılına dek yaklaşık olarak 850 milyon ton toprak baraj tabanına yığılmıştır
Dünya genelinde erozyonla kaybedilen toprak miktarı 24 milyar tondur Ülkemizde her yıl kaybolan 500 milyon tona yakın verimli topraklarla birlikte 9 milyon ton bitki besin maddesi de yitirilmektedir Bu özelli ğ i ile de erozyon, ekosistemin ve suların kirletilmesinde en büyük etken olmaktadır Çünkü yüzey akışları ile taşınan bitki besin maddeleri (gübre dahil) ve tarım ilaçları su kaynaklarının kirlenmesine neden olmaktadır Ülkemizdeki ortalama yıllık toprak kaybı Avrupa’da olu ş an kaybın 9,5 katı, Avustralya’da olu ş an kaybın 2,9 katı, Amerika’da oluşanın 1,6 katıdır
Barajlar, akarsuların taşıdıkları toprak materyalini tutmak suretiyle denize kavuştukları yerlerde oluşturdukları deltaların beslenmesini engellemekte, denizlerin deltaları aşındırmasına-kıyı erozyonuna neden olmakta, denizlerin karalar üzerinde ilerlemeleri sorununu da yaratmaktadır
Sonuç Olarak
Hem ekolojik dengenin korunması, hem de insan topluluklarının sürdürülebilir gelişiminin sağlanması için, su ve toprak kaynaklarının bugünkü ve gelecekteki ihtiyaçları karşılayabilecek en akılcı bir şekilde kullanılması gerekmektedir
Bugün yeryüzünde en çok yararlanılan yenilenebilir su kaynağı akarsulardır (dünyada yenilenebilir su rezervi yılda yaklaşık 42750 km 3 olarak tahmin edilmektedir) Özellikle dünya nüfusunun ve buna bağlı olarak ta gıda ihtiyacının hızlı bir şekilde artış göstermesi insanoğlunun akarsuları, en fazla su tüketen sektör olan tarımda hemen hemen son damlasına
kadar kullanmasına yol açmıştır Akarsuların aşırı ve plansız kullanımlarının olumsuzluklarına örnek vermek gerekirse, Aral Gölü’nü besleyen Amu Derya ve Siri Derya nehirlerinin aşırı ve plansız kullanımları, bu gölün oldukça küçülmesine yol açmış , bundan dolayı da 20 balık türü ortadan kalkmış ve balıkçılığın bitmesine neden olmuştur Bir başka örnek ise, Ganj Nehri gibi dünyamızdaki birçok büyük akarsu günümüzde deltasına kadar ulaşamamaktadır Önümüzdeki süreçte denizlerin yükselmesiyle bu gibi akarsu yatakları vasıtasıyla tuzlu sular karaların içlerine ilerleyecekler, toprak ve su kaynaklarında tuzlanmaya neden olacaklardır
Kurak mevsimler boyunca yararlanabilmek ve küresel ısınmanın ülkemiz üzerindeki olumsuz etkilerini azaltabilmek amacıyla, elbette akarsularımız üzerindeki baraj ve özellikle de gölet sayımızı arttırmamız gerekmektedir Ancak bu yapılaşma asla akarsularımızın do ğ al akışını ve doğanın dengesini büyük ölçüde etkileyecek yapılaşmalar olmamalıdır Küçük birikimler
sağlayacak göletlerin yapımına ağırlık verilmelidir Su kaynaklarımızı arttırmaktan daha önemlisi, bu kaynakların insanlarımız tarafından en verimli şekilde kullanılması bilincinin oluşturulmasıdır Nüfusu hızla artan İstanbul’da önemli su rezervuarları olan Elmalı Barajı ile Küçükçekmece gölü çevrelerinin yo ğ un yerle ş im ve sanayi alanına dönüşmesi sonucu bu kaynaklar kullanma suyu olarak dahi şehre verilememektedir Yerleşim ve sanayi alanları Büyükçekmece gölü koruma kuş aklarına kadar dayanmış durumdadır Bu kaynakların ve bunları besleyen akarsuların çevresinde gelişigüzel kimyasal gübre ve zirai mücadele ilacı kullanmakta kirlili ğ e ve su kalitesinin bozulmasına neden olmaktadır Özellikle azotlu gübre
kullanımındaki hatalar N2O emisyonunu da artırmaktadır Trakya’yı boydan boya geçen ve Meriç Nehri’ne birle ş en Ergene Nehri kirlilikten dolayı tarımsal sulamada dahi kullanılamamaktadır Oysa birçok gelişmiş ülkede büyük kentlerdeki su kaynakları ve havzaları ormanlarla çevrilmiş tir ve kirlenmediğinden dolayı da arıtılmaksızın kullanıma
sunulabilmektedir
Toprakların üretkenlik kapasitesinin düşmesi ya da yok olması çölleşme olarak tanımlanabileceğinden tarım toprakları üzerinde hızlı kentleşme ve sanayileşme yaşanan Bursa, Sakarya ovaları, Çukurova, İzmir, Manisa, Kocaeli ve İstanbul Türkiye’nin en hızlı çölleşen yöreleridir Oysa gelecekte küresel ısınmanın etkisiyle tarımında önemli verim kaybı yaşayacak Türkiye’nin tarım topraklarını kaybetmemesi, su kaynaklarını cömertçe kirletmemesi gerekmektedir
Günümüzde tarımsal üretim miktar ve verimini, kaliteli tohumlar kullansak dahi ancak sulamayla arttırmamız mümkün oldu ğ undan gerek yeraltı gerekse yer üstü su kaynaklarımızı temiz ve planlı kullanmalıyız Yıllık çekilebilir yeraltı suyu rezervi 12,3 km 3 olan ülkemizde, tarım alanlarının sulanmasında özellikle bu su kaynaklarımızı da devreye sokmamız gerekir
Ancak, kuraklığın şiddetli görüldü ğ ü devrelerde yeraltı sularına fazla yüklenmemek, yerüstü su kaynaklarını bu dönemlerde devreye sokmak yararlı olacaktır Özellikle denizlere yakın bölgelerde yeraltı sularında aşırı kullanım, deniz sularının bu alanlara ilerlemesine neden olmakta ve tuzlanan bu kaynakları tekrar geri kazanmak mümkün olmamaktadır
Türkiye, küresel ısınmanın özellikle yağışın azalması, sıcaklığın ve dolayısıyla kuraklığın artmasına bağlı olarak arazi kullanım şekli ve tarım metotları ile su kaynaklarının kullanımı ve su kalitesi konusunda özen göstermelidir Ülkemizde adeta bir gelenek haline gelen ormanların ve meraların tahrip edilmesinin önüne geçilmelidir Önemli karbon yutak alanı olan bu alanların amacı dışında kullanılmaları hem verimli yüzey toprağının yok olmasına, hem de yaratılan erozyonla su kaynaklarının siltasyonla kalitelerinin bozulmasına ve baraj göllerinin hızlı dolmasına yol açmaktadır Yanlış arazi kullanımı yağışla gelen suyun toprağa sızmasını da önlemekte yüzey akışa geçerek sele ve yeraltı su kaynaklarının beslenememesine yol açmaktadır
Gelecekte daha kurak bir periyoda girecek Türkiye’de erozyon kontrolü ve suyun toprakta muhafaza edilmesi önem kazanmaktadır Suyun toprakta muhafazasını sağlayan anızın tahrip edilmesinin önüne geçilmelidir Toprak yüzeyi anızsız nadasa bırakılmamalıdır Suyun muhafazası açısından topraklar yüzlek sürülerek hafifçe kabartılmalıdır Yüksek verimli
kurağa dayanıklı tohumlar geliştirilmelidir
Baraj gölleri altında verimli tarım topraklarının kalmamasına özen gösterilmelidir Sulama amaçlı inşa edilerek tarımsal üretimi ve verimliliği arttırmayı amaçlayan bir baraj, aynı zamanda tarımsal üretimin gerçekleşme alanı olan verimli alüviyal toprakları suları altında bırakarak yok etmemelidir
Sulamaya açılan bölgelerde, topraklarda tuzlanmanın önlenmesi açısından mutlaka drenaj sistemleri kurulmalıdır
Ülkemizde tarımsal üretim planlaması yapılmadığından, sulamaya açılan bölgelerde ekilecek bitki deseni köylünün insiyatifine bırakılmakta, buna sulama konusundaki bilgisizlikte eklenince sulamadan yeterli randıman alınamadı ğ ı gibi topraklarımızın üretkenlik kapasitesi de düşmektedir Sürekli baraj ve gölet in ş a etmenin yanında çiftçi, sulu tarım konusunda
eğitilmeli ve denetim altında tutulmalıdır Eskiden in ş a edilmiş olup, bugün bakımsızlıktan dolayı işlevini kaybetmiş oldukça fazla sulama tesisi bulunmaktadır
İklime dayalı olumsuzluklardan ülke tarımımızın en az düzeyde etkilenmesi için ülkemizin tarım kesimi ve bu kesimle muhatap olan tarım kurumları devlet tarafından daha fazla desteklenmeli, Tarım Bakanlığı’nın 1984 tarihli reorganizasyonu ile kapatılan TOPRAKSU Genel Müdürlüğü zaman kaybedilmeden kurularak toprak ve su kaynaklarının yönetimi tek elde toplanmak suretiyle mücadeleye derhal başlanmalıdır.
Ekoloji
-
Ekosistem hizmetleri
-
Biyoremediasyon Nedir ? Biyoremediasyon Teknikleri Nelerdir ?
-
Enerji Bağımsızlığı Nedir ?
-
İklim Araştırmaları
-
Sera Etkisi - Atmosferdeki karbondioksitin sera gazı etkisindeki yeri nedir?
-
CO2 Salımları
-
İklim Bilimi - İklimi Nasıl Değiştiriyoruz
-
Ağır Metallerin Sağlık Üzerine Etkileri
-
Küresel Isınmanın Sonuçları
-
Asit Yağmurlarının Çevre Üzerine Etkileri
-
Tür Çeşitliliğinin Korunması
-
Biyolojik Mücadele Kavramı
-
Atık Suların Kullanım Alanları
-
Sera gazı ile küresel ısınma arasında nasıl bir ilişki vardır? Kaynak: Sera gazı ile küresel ısınma arasında nasıl bir ilişki vardır?
-
Canlı Türlerinin Yok Olmasının Doğal Dengeye Etkisi