“Hayat Molekülleri”nin Nasıl Doğru Dizildikleri, İşlevleri ve Çalışma Prensipleri
“Bu moleküller bu doğru dizilimi nereden biliyorlardı da bu şekilde birleştiler ve sizin ‘Hayat Molekülü’ dediğiniz molekülleri oluşturdular?”
Çok yerinde de bir soru olur, eğer henüz konuyu tam olarak kavrayamadıysanız. Hemen cevaplayalım: Bilmiyorlar, bilmiyorlardı, bilmeyecekler. Eğer ki -örneğin- aminoasitlerin bir seferde doğru şekilde birleşerek, birdenbire karmaşık bir proteini oluşturduğunu sanıyorsanız, Biyoloji'nin ABC'sinden bile habersizsiniz demektir. Bu dediğiniz, gerçekten de gülünç olurdu. Büyük ve karmaşık bir yapının birdenbire ortaya çıkabilmesi ihtimalini ancak ve ancak bilim-dışı kaynaklar ileri sürebilir, çünkü bilimden bihaber bu kaynakların şahsi görüşlerine göre canlılık bu şekilde başlamıştır: Dışarıdan, ne olduğunu bilmediğimiz bilim-dışı bir güç, bilimsel olarak bilmediğimiz ve bilemeyeceğimiz yöntemlerle her şeyin başlamasını "emretmiştir" ve her şey bir anda, kompleks bir şekilde, hiçbir ara basamaktan geçmeden, kendiliğinden oluvermiştir. Bu son derece bilim-dışı bir iddiadır ve iddianın hiçbir tarafı bilimsel ve tarafsız bilgiyle bağdaştırılamaz. Zaten günümüz bilimi, işlerin bu şekilde yürümediğini açık bir şekilde ortaya koymuştur ve bu iddiaları değerlendirmeyi bile bir kenara bırakmıştır.
Bunca molekülün nasıl "doğru" bir şekilde bir araya gelebildiğini anlamak için şunları anlamak çok önemlidir:
Tıpkı canlıların var olduktan sonraki evrimlerinin hızı gibi, cansızlıktan canlılığın oluşumu da çok yavaş bir evrimdir ve daha önce de açıkladığımız gibi en az 600 milyon yıl (günümüzden 4.5 ila 3.9 milyar yıl önce arası) sürmüştür. Dolayısıyla bu süreçte, defalarca farklı, yanlış, hatalı, eksik, fazla, vb. moleküller oluşmuştur. Bunlar kimi günümüze kadar gelmiştir, kimi parçalanıp başka moleküllere dönüşmüştür, kimi başka moleküllerin yapısına katılmıştır ve kimi oluşmaya ve bozunmaya devam etmektedir ve benzeri… Bu çok doğaldır, çünkü fiziksel yasalar belirli bir “mentaliteye” göre çalışmazlar. Evrenimizin "bu" şekilde var olmuş olmasından ötürü oradadırlar ve uygun olan her durumda çalışırlar. Bu kadar basit. Dolayısıyla “Aaa dur ya, ben şimdi seninle bağ kurarsam proteinlerden birini oluşturamam, en iyisi boşver, bağ kurmayalım.” diyemez bir atom ya da molekül, bağ kurma imkanı varken. Çünkü böyle bir “düşüncesi” ya da "bilinci" yoktur.
İşte bu sebeple, moleküllerin ve atomların belirli bir “bilinç” doğrultusunda hareket ettiğini düşünmek, oldukça yersiz ve gülünç bir iddiadır. Tüm bunlar, yalnızca ve yalnızca fiziksel ve kimyasal yasalar doğrultusunda olmaktadır.
Şimdi, eğer bu büyük moleküllerin (proteinler, lipitler, vs.) hatalı kimyasal birleşimler arasından seçilen, doğru moleküler birleşimler olduğunu anladıysak, temel olarak niteliklerine bakalım bunların. Ancak buna geçmeden önce, hemen aklınıza gelebilecek bir diğer soruyu ortaya çıkarayım:
“Peki, 600 milyon yıl boyunca pek çok ‘doğru’ ve ‘yanlış’ birleşim oldu. İyi de, bunlar günümüzde nasıl hemen hemen her defa ‘doğru’ kimyasal birleşimle birleşiyorlar ve vücudumuzdaki işlevlerini sürdürüyorlar?”
Sizi biraz heyecanlandırmak adına, bu sorunun cevabını bir sonraki yazımıza saklıyoruz, çünkü ayrı bir açıklamayı hak ediyor. Şimdi, “Hayat Molekülleri”nin yapısına bakalım. Kafası karışanlar için, bir önceki yazıda verdiklerimiz, bizim “Hayat Molekülleri”ni oluşturan daha küçük yapılardı. Hatırlarsanız büyük bir kısmı basit birkaç element atomunun farklı şekillerde bir araya gelmesinden oluşuyordu. Hayat Molekülleri'nin geçen yazımızda verdiğimiz yapıtaşları inanılmaz küçük yapılardır! Çoğu 30-40 atomdan oluşur ve nanometrelerle (metrenin milyarda biri) ölçülecek boyutlardadır. Fakat çoğumuzun problemi olan “göbek yağlarının” ne kadar da “büyük” olduğunu hepimiz biliyoruz. İşte bu yağlar, aslında nano-büyüklükteki yapıtaşlarının bir araya gelmesiyle oluşan büyük Hayat Molekülleri gruplarıdır ve milyarlarca küçük molekülün uç uca, yan yana, alt alta ve üst üste birleşmesiyle oluşmaktadır. Gelin, bunlara hep birlikte bakalım:
Yukarıda bir “polisakkarit” (polysaccharide, çoklu şeker) olan ve bitki hücrelerinin duvarlarında bulunan selülozun yapısının küçük bir kısmını görüyoruz. Burada, sadece 8 tane şeker molekülünün birleşimi gösterilmiş yer açısından ama sağda ve solda nokta nokta bırakılan yerleri görüyorsunuz. İşte bu noktalar da tamamlanırsa, milyonlarcasının birleştiği bir yapıya ulaşırsınız. Bu devasa molekülü oluşturan tek şeyse, kimyasal bağlardır.
Bir önceki yazıda bir şeker molekülünün kimyasal yapısını görmüştük. Bu kimyasal yapıda bulunan elektron açıkları ve fazlaları, bir şeker molekülünün birden fazlasıyla bağ kurmasına izin verir ve büyük şeker molekülleri meydana gelir. Bu işleme -sadece şekerler için sınırlı olmamakla birlikte-polimerizasyon denir.
Aşağıda, iki şeker molekülü arasındaki Beta Asetal Bağları’nı görüyorsunuz:
Aslında burada selüloz için “özel” olarak belirtilen bir bağı görüyoruz, bunun da adı Beta Asetal Bağı’dır. Ancak genel olarak, şekerleri birbirine bağlayan bağlara “glikozit bağı” (glycosidic bonds) denir. Tamamen kimyasal bir işlem olan bağlanmanın, son derece normal ve doğal bir olay olduğunu hatırlatıyoruz. Ancak bu bağı belki “mükemmel” kılan, bu büyük moleküllerin oluşmasını sağlamaktır. Yine de unutmayın ki, en nihayetinde olan, elektronların çekimi ve yer değişimidir.
Şimdi de yağların yapısına bakalım. Bir önceki yazıda verdiğim gliseroller ve yağ asitlerinin birbirlerine bağlanması sonucu oluşan trigliseritler birbirine eklendiğinde, şu şekilde kompleks bir yapıya kavuşurlar:
Bu kompleks yapı da, tıpkı büyük karbonhidrat, yani şeker molekülleri gibi, sadece ve sadece kimyasal bağlarla oluşur. Ve yine tıpkı bu büyük molekülü yapan küçük “molekülcükler”, yani yapıtaşları gibi. Ancak bu molekül yapımızda bulunmasaydı, örneğin vücut sıcaklığımızı asla bu şekilde kolay koruyamazdık. Ya da vücudumuz karbonhidrat alamadığında doğrudan kaslarımızı yakmamız gerekirdi. Bu ufak yağ moleküllerini birbirine bağlayarak büyük yağların oluşumunu sağlayan bağlara ester bağları diyoruz. Elbette diğer bağlardan farklı bir özelliği yok. Bu bağların adlarının değişmesinin tek sebebi, etkileşime giren atomların değişmesi.
Aynı şekilde, bu yazı dizimzin ilk yazısında verdiğimiz gibi, nükleik asitlerin uç uca eklenmesi, komplekskromatin ağının yapılmasını sağlar. Bu makarnaya benzer yapı da, tamamen kimyasal bağlar sonucu oluşuturulur. Hiçbir özel ya da ekstra yanı yoktur. Tekrar görelim kromatin ağını:
Tahminen artık küçük yapı birimleri nükleotitleri görebiliyorsunuzdur (basamakların her biri).
"Canlılık" ile "cansızlık" arasındaki fark nedir?
Gördüğünüz gibi olağanüstü ya da muhteşem hiçbir şey yok. Sadece milyonlarca yıl deneme-yanılma sonucu "doğru" atomların, "doğru" noktalara yerleşmesi sonucu oluşmuş yapılar. Aslında bu işte, “doğru” diye bir şey de yok. Bizim var olabilmemiz, sadece bizim var oluşumuz için “doğru” olan yapılardan bahsedebilmemiz demektir. Yani farklı birleşimler, farklı sonuçlar da doğurabilirdi ve hala da doğurabilir. Etrafımızda gördüğümüz cansız katrilyonlarca obje, atomlar ve moleküllerin “yanlış” dizilimleri sonucu oluşmuştur. Bu şekilde söylediğimizde farkı hemen ayırt edebilmeniz lazım: Aslında onlar “yanlış” dizilimde değiller. Bir çeşit dizilim canlılığı oluşturmuş, bir çeşit dizilim de cansızlığı. Sonra bizim gibi canlılar, kalkıp her şeyi kendilerine göre yorumlamışlar; kendilerine benzeyenlere “canlı”, kendilerine benzemeyenlere “cansız” demişlerdir. Halbuki her şey ama her şey atomlardan oluşmaktadır. Canlılık ile cansızlık arasındaki ince çizgi, atomların dizilimindedir. Sizi temin ederiz, elimizde güçlü bir silah olsaydı ve kolaylıkla atomlarınızın yerlerini değiştirebilseydik, vücudunuzdan tek bir atomu almadan ya da tek bir atom eklemeden sizi öldürebilir ve cansız hale getirebilirdik. Çünkü dediğimiz gibi, sizi cansızdan ayıran tek şey, bütün hücreleriniz içerisindeki bir Hidrojen ya da Fosfor atomunuzun farklı yere konuşlanması olabilir (tabii bunu tek atoma indirgemek doğru değil, ancak doğru atomların yerlerinin değiştirilmesi sizi kolaylıkla öldürebilir, cansızlaştırabilir).
Son olarak, vücudumuzda -bize göre- genetik materyalden sonra en önemli “canlılık kaynağı”, ya da diğer bir deyişle “Hayat Molekülü”, olan proteinlere bakalım. Proteinler de, bir önceki yazımızda değindiğim aminoasitlerin farklı dizilimlerinden oluşurlar. Dizilimlerin tek olayı yine kimyasal bağlanmalardır. Bu kimyasal bağlanmaların bir kısmı, bizim vücudumuza bugünlerde “canlılık” dediğimiz özellikleri katmıştır. Bilim düşmanları ve Evrim Karşıtları'nın en sevdiği sözde iddia, bunca aminoasidin “doğru” dizilime gelmesinin imkansız olduğudur. Halbuki bu sadece proteinler için geçerli değildir. Bunca şeker molekülü de bir araya gelerek devasa şeker moleküllerini oluşturamayabilirdi. Oluşturmadığı zamanlar da oldu, oluyor ve olacak. Tabii bilim dışı kitleler bunu düşünmezler ve doğrudan, sanki tek bir hamlede her şey oluşmuş gibi düşünürler. Bu çok doğaldır, çünkü onlara öğretilen budur.
Proteinlerimize dönelim:
Size hep benzer fotoğraflar verdiğimizi fark etmiş olabilirsiniz. Aslında elbette hiçbiri birbirinin aynısı değil, dikkatli bir göz ve bilgili bir beyin bunu fark edebilir (ya da basitçe internet üzerinden bu fotoğrafların kaynaklarına ulaşabilirsiniz). Ancak eğitimsiz gözler, "Aman, hepsi aynı işte." diyerek işin içerisinden çıkmaktadılar. İşte bu aynı kimseler, araştırmayı bilmedikleri ve bilimden korktukları için, televizyon programlarına ellerinde fosillerle çıkarak "Bakın, aynısı işte!" diyebilecek kadar alçalmaktadırlar. Kendileri eğitimsiz oldukları gibi, bu konuda uzman olmayan beyinleri de algıda seçiciliği kullanarak kandırmaktadırlar. Ancak zaten güzel olan da budur: Aslında bu bahsettiğimiz moleküllerin hepsi birbirine az çok benzemektedir, benzemek zorundadırlar da. Çünkü hepsi aynı yapıtaşına sahiptirler: Hidrojen (H), Oksijen (O), Karbon (C), vs.
Proteinlerimizin yapıtaşları olan aminoasitleri birbirine bağlayan kimyasal bağlara ise “peptit bağları” diyoruz.
Peki şimdi orjinal sorumuza geri dönelim: Bu moleküller nasıl “doğru” dizilime kavuşmuşlar?
Bu sorunun cevabı oldukça açıktır: Onlar “doğru” dizilime falan kavuşmadılar! Zaten “doğru” dizilim diye bir şey de yok! Onlar sadece bu evrenin fiziksel ve kimyasal yasaları çerçevesinde, olması gerektiği gibi davrandılar. Elektronlar protonları çekti, artı yüklü uçlar eksi yüklü uçları çekti… Aynı kutuplar birbirini itti, 3 boyutlu yapılar birbirine fiziksel olarak oturdu ya da oturmadı. Bebeklere şekilleri öğretmek için kullanılan “uygun şekli bulma” oyunlarında, bir küpün, bir kare kesitli yerden kolaylıkla geçebilmesini anlamakta güçlük çekip bilim-dışı güçlere bağlayabilirsiniz. Ya da basitçe, bu küp ile o karenin şekillerinin uymasından ötürü o delikten geçtiğini düşünebilirsiniz. Bu bir tercihtir. Moleküllerin oluşumunda da aynı mantık geçerlidir. İster işin bilimini kabul edersiniz, isterseniz kendi asılsız iddialarınızı yaratır ya da bilim-dışı kaynakların iddialarını kabul edersiniz. Tercih sizindir.
Ancak bu moleküller, "bu" şekilde dizilebildikleri için, 4 milyar yıllık evrim sonucunda biz dönüyoruz, bakıyoruz ve değerlendiriyoruz. Eğer bu fizik ve kimya yasalarından ötürü bu dizilimler asla gerçekleşemeyecek olsaydı, zaten belki de bizim gibi algısal güce sahip bir tür evrimleşemeyecekti, canlılık hiç başlamayacaktı ve kimse bunları sorgulayamayacaktı. İşte bu ayrım, bizim "Neden-Sonuç İlişkisi Yanılgısı" dediğimiz bir yanılgıdır ve bir diğer yazıda buna değineceğiz.
Tek bir cümle ile özetlememiz gerekirse: Bu atomların ve moleküllerin hiçbiri bizim oluşabilmemiz için bu şekillerde birleşmemişlerdir; tam tersine, onlar bu şekilde birleştikleri için bizler var olabilmişizdir.
İnsanoğlu kendini her şeyin merkezine koymaktan vazgeçtiği gün, bilimi ve Evren'in sırlarını çok daha kolay anlayabilecektir. Evren'deki hiçbir şey bizim için var değildir! Her şey bu şekilde olduğu için bizler var olabilmişizdir. İnsan türü bu Evren'de bir amaç değil, sıradan bir araçtır! Bunu anladığımız gün, insan kendi benliğini çözmek konusunda dev bir adım atmış olacaktır. İnsan, kendini değerli görme ihtiyacından kurtulduğu gün, insanlığın çok daha ileri gidebileceğini düşünüyoruz.
Umarız faydalı olmuştur.
Saygılarımızla.
ÇMB (Evrim Ağacı)
www.evrimagaci.org
Evrim
-
Evrim nedir? Evrim süreci nasıl işler?
-
Atların Evriminde Parmaklar ve Toynak...
-
Mikro evrim nedir
-
Yumuşakçaların evrimi
-
Bitki Evrimi 5/5: Çayır İmparatorluğu
-
Bitki Evrimi 4/5: Çiçeklerin ve Tohumların Öyküsü
-
Evrim düşüncesinin tarihi
-
Bitki Evrimi 3/5: Kömür Çağı
-
Bitki Evrimi 2/5: Ormanların Doğuşu
-
Bitki Evrimi 1/5: Karaya İlk Çıkanlar
-
Mutasyon, Evrimsel Sürecin Hammaddesidir!
-
Evogram Nedir ?
-
Yeni Genetik Kombinasyonların Oluşumu ve Evrimin Türleri Değiştirme Mekanizması
-
Evrim'i Tetikleyen Mekanizmalar Nelerdir?
-
Darwin ve Doğal Seleksiyon