DOĞA KORUMA VE TURİZM
Doğal alanlar; genellikle insan elinin değmediği alanlar anlamına gelmekte ise de, günümüzde bu durumda olan alanların sayısı çok azalmıştır. Bu nedenle, insan etkisinin çok az olduğu alanlar da genelde doğal alanlar kapsamına alınmaktadır. Ülkemizdeki turizm yatırımlarının önemli bir kısmının kırsal kesimde ve yeşil doku içinde yoğunluk kazandığı gözönüne alındığında, bu alanlar yoğun turizm baskısı altında kalmaktadırlar. Zira, turizmde çevre boyutunun gittikçe önem kazanmasıyla kitlesel karakterde yapılan ve kum, güneş ve deniz üçlüsünden oluşan klasik turizm anlayışı artık egemenliğini kaybetmektedir.
Turistlerin gittikleri ülkelerin doğa koruma ve çevre sorunlarına duyarlı oldukları gözlenmekte; böylece, turizmin kitlesel karakterden uzaklaşıp bireysel bir nitelik kazanmakta olduğu görülmektedir. Ülkemizde yapılan bir araştırmada (Gülez, 1994), yabancı turistlerin ülkemizde kendi ülkelerinden farklı gördükleri özelliklerin beşında "doğanın bozulmamış olması" gelmekte, onu "farklı bir bitki örtüsü" izlemektedir. Aynı araştırmada, turistlerin ülkemizde en ilginç gördükleri özelliklerin başında ise, "doğanın güzelliği" gelmekte, onu "halkın dostça oluşu" izlemektedir. Bu durum, turizmin çevreye duyarlı bilinçli bir şekilde yapılması gerektiği, diğer bir deyişle "yumuşak turizm" (soft tourism) kavramını gündeme getirmiştir. Genelde yumuşak turizm; ekonomik yönden verimli, sosyal yönden sorumlu ve çevreye duyarlı bir turizm formu olarak tanımlanabilir. Diğer bir deyişle, yumuşak turizmde; bir taraftan yerel örf ve adetlere saygı gösterilmeli, diğer taraftan ise çevre ve doğa korumaya önem verilmelidir. Yumuşak turizmin çeşitli formları; "yeşil turizm", "doğa turizmi", "alternatif turizm", "ekoturizm", "yayla turizmi", 'çiftlik turizmi', 'bilinçli turizm' vb. adlarla anılmaktadır.
Genel olarak doğa ve turizm birbirine zıt olgular durumundadır. Fakat bu iki zıt olgunun birbirinin aleyhine olmayacak bir ilişki içinde olması, diğer bir deyişle, uzlaşması da aklın ve mantığın bir gereğidir. Doğaya ve doğal kaynaklara dayalı bir turizm ile doğanın korunması arasında, kuramsal olarak üç farklı ilişkiden söz edilebilir (Budowski, 1977). Bunlar, sırasıyla; a) Uyuşmazlık ve zıtlık, b) Birarada varolma, ve c) Ortak yaşama dır:
a) Uyuşmazlık ve Zıtlık (Conflict): Turizmin doğaya ve doğal kaynaklara zararlı olabileceği varsayımı ile turizm ve doğa koruma arasında bir uyuşmazlık ve zıtlıktan söz edilebilir. Bunun sonucu olarak, çeşitli düzeylerde yasaklamalar ve sınırlamalar söz konusu olacağı için, böyle bir ilişkinin en azından bir hoşnutlukla karşılanacağı söylenemez.
b) Birarada Varolma (Coexistence): Turizm ile doğa koruma arasında, çok az bir ilişkinin olması durumudur. Bu durum, çoğunlukla, turizm ve doğa korumanın tam olarak gelişemediği alanlar için söz konusudur. Bununla birlikte, birarda varolma durumu çok az bir süre statik kalabilir. Zira, özellikle turizmin gelişmesi önemli değişikliklere yol açabilecektir. Böyle olunca da bu evre, ya uyuşmazlığa ya da daha az bir olasılıkla, karşılıklı olarak birbirinin yararına olan bir ilişkiye (ortak yaşama) dönüşebilecektir.
c) Ortak Yaşama (Symbiosis): Turizm ve doğa korumanın birbirinden karşılıklı olarak yararlandıkları bir organizasyon şeklidir. Doğa koruma açısından bunun anlamı, doğal değerler özgün durumlarında korunabilecekler ve hatta daha uygun koşullara doğru geliştirilmeleri de sağlanabilecektir. Böyle olunca da, daha çok sayıda kişi daha geniş anlamda doğadan ve doğal değerlerden rekreasyonel, estetik, bilimsel ve eğitsel yönden yararlanabilecektir. Turizm ve doğa koruma arasında bu şekildeki bir ortak ilişkinin, doğayı korumanın daha iyi bir yaşam için gerçekten zorunlu olduğunun anlaşılmasına da önemli katkıları olacaktır.
ÜLKEMİZİN DOĞAL ZENGİNLİKLERİ VE KORUNAN ALANLAR
Ülkemiz, bilindiği üzere, gerek doğal varlıklarımız (dağlarımız, ormanlarımız, yaylalarımız, kıyılarımız, göllerimiz, akarsularımız vb. doğal değerlerimiz) ve gerekse biyolojik çeşitlilik (flora ve fauna) ve ilginç jeolojik oluşumlar (peri bacaları, mağaralar, kanyonlar vb.) açısından diğer ülkelerle kıyas kabul etmeyecek düzeyde çok zengindir. Ayrıca, ülkemizin coğrafi konumu ve farklı iklimsel özellikleri, doğal ve kültürel değerlerimizi turizm açısından (rafting, trekking, tırmanıcılık, kamping, avcılık, kuş gözetleme, fototurizm vb.) çok cazip bir duruma sokmaktadır. Ülkemiz, iklim ve doğal veriler kadar, kültürel ve tarihsel veriler (geleneksel konut mimarisi, yöresel el sanatları, farklı sosyal yaşam biçimleri, etnografik ve folklorik motifler, tarihsel miras vb.) açısından da çok zengin olması, pek çok turizm formunun yapılmasına olanak veren fırsatlar sunmaktadır. Yapılan araştırmalarla, özellikle ülkemizin bazı bölgelerinde doğal peyzajın rekreasyon ve turizme uygun olduğu belirlenmiştir (Gülez, 1996).
Ülkemizdeki doğal varlıkların bir kısmı yasal statüyle koruma altına altına alınmıştır. Nitekim, 1983 yılında çıkarılan 2873 sayılı "Milli Parklar Kanunu" ile ülkemizdeki doğal alanlar; a) milli park, b) tabiat parkı (doğa parkı), c) tabiat anıtı (doğa anıtı), ve d) tabiatı koruma alanı (doğayı koruma alanı) olarak dört grupta ele alınmaktadır. Bunların dışında, ayrıca yine aynı yıl çıkarılan 2872 sayılı 'Çevre Kanunu' ile de özel çevre koruma bölgeleri oluşturulmuştur.
Ülkemizde halen, 2011 yılı itibariyle ilan edilmiş olarak; 41 milli park, 31 doğayı koruma alanı, , 33 doğa parkı, 56 doğa anıtı ve 14 özel çevre koruma bölgesi bulunmaktadır. Adı geçen bu korunan alan formlarından, doğayı koruma alanı dışındakiler iç ve dış turizme açıktırlar. Ülkemizin, salt adı geçen bu korunan alanlarından daha çok, bu alanların dışında kalan doğal ve kültürel varlıklarımızın önemli bir kısmını belirli bir koruma-kullanma dengesi gözetilerek turizme açmak olasıdır. Bunun için, bu alanların rekreasyon taşıma kapasitelerinin belirlenmesi ve zonlama içeren yönetim planlarının yapılması gerekmektedir.
DOĞAL ALANLARDA REKREASYON TAŞIMA KAPASİTELERİ
Doğal alanlara olan turizm ağırlıklı yoğun baskı, belirli bir kapasite sınırı aşıldıktan sonra, doğal kaynakların bozulması ve bazılarının azalması olgusunu karşımıza çıkarmaktadır. Zira, turistler tarafından yoğun bir şekilde ziyaret edilen birçok alanda, duyarlı ekosistemler önemli ölçüde zarar görebilir ve özellikle endemik flora ve faunal değerlerimizle biyolojik zenginliğimiz olumsuz yönde etkilenebilir. Bazı özel alanlara ulaşmak için yol ve benzeri alt yapı tesislerinin yapımı, ekolojik dengede ve doğal peyzajın görsel kalitesinde olumsuz etkiler ortaya koyabilir. Bunun dışında, özellikle meyilli yörelerde, yoğun rekreasyonel ve turistik kullanım toprak erozyonuna neden olabilir. Ayrıca, bilinçsiz bir kullanım sonucu, çöp ve benzeri katı atıkların gelişigüzel bir şekilde ortada bırakılmaları, estetik değerler ve görsel kalite üzerinde de olumsuz etkiler sunarlar.
Konuyu özellikle ülkemiz açısından ele alacak olursak; acaba doğal varlıklarımız kendilerine olan ve olması kaçınılmaz hale gelecek olan bu baskıyı kaldırabilecek kapasitede midir? Diğer bir deyişle, bu alanların doğal ve ekolojik dengesinde ve görsel kalitesinde kabul edilmez bir bozulma olmaksızın, rekreasyonel ve turistik istekler ne ölçüde karşılanabilir? Bu aşamada, bu alanların rekreasyon taşıma kapasitelerinin bilinmesi gerekmektedir. Rekreasyon taşıma kapasiteleri olarak; fiziksel, ekolojik ve algısal kapasiteler burada söz konusu olmaktadır. Bir başka deyişle;
· Bir yerdeki rekreasyonel ve turistik kullanım, o yerde varolan rekreasyonel ve turistik tesislerin maksimum kabul edilebilir kapasitelerini aşmayacak bir düzeyde olmalıdır.
· Bir yerdeki rekreasyonel ve turistik kullanım, çevre peyzajının ekolojik dengesine zarar vermeyecek bir düzeyde olmalıdır.
· Ve yine bir yerdeki rekreasyonel ve turistik kullanım, o yer peyzajının görsel güzelliğini bozmayacak bir düzeyde olmalıdır.
2634 SAYILI TURİZMİ TEŞVİK KANUNU VE DOĞA KORUMA
Burada, 1982 yılında çıkarılan 2634 sayılı Turizmi Teşvik Yasası'na da değinmek gerekecektir. Zira, bu yasanın 8. maddesi doğal alanların turizme açılması konusuna yasal dayanak getirmekte, fakat ne yazık ki doğal alanların aleyhine bazı hükümler taşımaktadır. 2008 yılında olumlu yönde fakat bizce yine de yeterli olmayan bazı değişiklikler yapılsa da, bu maddenin bazı hükümlerine göre, özetle;
"Kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgeleri ve turizm merkezlerinde, imar planları yapılmış ve turizme ayrılmış yerlerdeki taşınmaz mallardan Hazine'ye ait olan yerlerle ormanlar, ilgili kuruluışlarca talep tarihinden başlayarak en geç bir ay içerisinde Kültür ve Turizm Bakanlığı'na tahsis edilir. Uyuşmazlıkların çözümlenmemiş olması, arazinin turizm amaçlı kullanıma tahsisine engel değildir. Kültür ve Turizm Bakanlığı bu taşınmaz malları Türk ve yabancı uyruklu gerçek ve tüzel kişilere kiralamaya ve tahsis etmeye yetkiliir."
Görüldüğü gibi, bu madde hükümlerine göre; kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgeleri veya turizm merkezi olarak ayrılmış olan bir yöre, orman alanı olup olmadığına da bakılmaksızın, bir ay içersinde Kültür ve Turizm Bakanlığı'na tahsis edilebilmektedir. Diğer bir deyişle, Kültür ve Turizm Bakanlığı, özellikle Ege ve Akdeniz kıyı bandındaki en güzel ormanlık alanları, girişimcilerin istekleri doğrultusunda, kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgesi veya turizm merkezi ilan ederek, söz konusu yasanın 8. maddesine dayanarak, bu alanların bir ay içinde kendi bakanlığına tahsisini isteyebilmektedir.
İşin ilginç yanı, aynı yasanın 15. maddesiyle de bu tahsisler çok ucuza yapılmaktadır. Zira bu madde, özetle; "ormanlarda yer alacak turizm yatırımı belgeli tesislerin ödemek zorunda oldukları bedel, tahsis tarihini takip eden üçüncü yıldan itibaren beş yıl vade ve beş eşit taksitle alınır" hükmünü getirmektedir.
Aslında, doğal alanlarımızdan uygun olan bazılarının koruma-kullanma dengeleri gözetilerek turizme açılmalarına genelde kimsenin bir itirazının olmaması gerekir. Fakat eleştiri olarak getirdiğimiz konu, söz konusu yasa hükümlerinin istismara çok uygun olduğu ve uygulamada da bunun örneklerinin görüldüğüdür.
TARTIŞMA VE ÖNERİLER
Turizm ve doğa koruma, biri diğerinin aleyhine olmayacak bir şekilde, birarada karşılıklı bir ilişki içinde olabilir ve bundan her ikisi de yararlanabilir. Yukarıda da değinildiği gibi, simbiotik bir ilişki olarak adlandırabileceğimiz bu durumda; korunan alan ve objeleri ziyaret edenler onlardan bilimsel, eğitsel, rekreasyonel, kültürel ve estetik yönden yararlanabilirler. Buna karşılık, elde edilen gelirin önemli bir bölümü, bu alan ve objelerin daha iyi korunmalarına ve korunmaya alınan çeşitli doğal ve kültürel değerlerin sayılarının artmasına neden olabilir (Gülez, 1986).
Bunun için, herşeyden önce, bütüncül bir yaklaşımla, tüm doğal varlıklarımızın genel bir envanterinin çıkarılması gerekmektedir. Orman ve Su İşleri Bakanlığı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğünün koordinatörlüğünde, ilgili diğer kurum ve kuruluş temsilcilerinİn katıldığı bir komisyon bu işlevi yerine getirebilir. Bu komisyon, öncelikle, mutlak korunması gerekli ve turizme açılması sakıncalı alanları tesbit ederek, bu alanları, doğayı koruma alanı ya da ileride belirlenecek koruma statüsüne göre rezerv alan olarak ayrılması önerisinde bulunmalıdır. Diğer doğal değerlerimiz ise kısa, orta ve uzun vadede hangi korunan alan formu altında ve hangi koşullarda turizme açılabileceği belirlenebilir. Korunan alan formlarının belirlenmesinde, uluslar arası bilimsel kriterler gözönüne alınmalıdır (Gülez, 1992). Bu alanların planlanmalarının yapılmasından önce, kullanım yoğunlukları ve rekreasyon taşıma kapasiteleri sayısal olarak belirlenmelidir. Bu amaçla şu faktörlerin gözönüne alınması gerekir:
· Doğal varlıkların şimdiki ve gelecekteki kullanım yoğunlukları.
· Şimdiki kullanımın çevre bozulması işaretlerini veriyor olup olmaması.
· Çevre peyzajının doğal niteliği ve orayı kullanan ya da kullanacak insan ve araçların etkilerini absorbe edebilme yeteneği.
· Çevre doğasının erozyona uğrayabilme ve bilimsel değerinin zarar görme ihtimali.
· Motorlu araçla alana ya da yakınına ulaşabilme olanağı ve ulaşım yoğunluğu.
Turizme açılması olası doğal değerlerimizin mutlaka uzun devreli gelişim (master) planlarının yapılması gerekir. Bu planlar koruma-kullanma dengesini gözeten bir zonlama sistemini içermelidir. Böylece, korunması gerekli alanlar ile turizme açılması düşünülen alanlar birbirinden ayrılmış olacaklardır.
Turizmi Teşvik Yasası çıkaracak kadar turizme böylesine önem verilen bir ülkede, turizmin çevre boyutuyla birlikte ele alınması son derece önem kazanmaktadır. Zira, doğal kaynakların aleyhine gelişen bir turizm, doğal kaynakların azalması sonucunu doğuruyorsa, doğal kaynağa dayalı turizm kendi kaynağını tüketiyor demektir. Bu nedenle, söz konusu 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu'nun 8. ve 15. maddelerinin istismara uygun bazı hükümleri yeniden gözden geçirilmelidir. Ayrıca, özellikle doğal ve ormanlık alanların kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgeleri veya turizm merkezi olarak ayrılması önerisinde bulunacak komisyonda, doğa koruma konularında uzman kişilerin yeterli sayıda bulundurulmaları için yönetmelik de değişiklik yapılmalıdır.
Yayla turizmi, özellikle Doğu Karadeniz ve Akdeniz Bölgesi kırsalında yaşayanlar için önemli bir turizm formudur. Yazın yaylaya çıkma alışkanlığında olan halkımızın genelde düzensiz bir yerleşme göstermesi, hayvanların gelişigüzel kesilip atılması ve benzeri düzensiz uygulamalar nedeniyle, çevre peyzajında gerek fiziksel ve gerekse görsel bozulmalar olmaktadır. Bu durumların önüne geçebilecek çözümlerin üretilmesi gerekmektedir. Örneğin; bu gibi alanların dış turizme de açılabileceği düşünülerek, kır evleri ve tatil çiftlikleri gibi düzenlemeleri de içeren ve örgütleyen geçici özel belediye teşkilatları kurma yoluna gidilebilir.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Temmuz 1993 yılında, Çoruh Nehri üzerinde, IV. Dünya Rafting Şampiyonası'nı başarılı bir organizasyonla düzenlemiştir. Kültür ve Turizm Bakanlığı, aynı şekilde, benzer alternatif turizm formlarını ülkemizde uluslararası düzeyde düzenlemesi, doğal varlıklarımızın turizme açılmaları konusunda önemli fırsatlar sunabilecektir.
Turizm kuruluşlarının doğa koruma konusuna yatırım yapmaya yada en azından doğa koruma ile ilgili kamu ve özel kuruluşlara parasal destek sağlamaya özendirilmeleri ve yapılacak yardımın bir turizm yatırımı olarak görülmesi alışkanlığının yaratılması, doğa koruma ile turizm arasındaki simbiyotik ilişkinin geliştirilmesi açısından son derece önem taşımaktadır. Turizm kuruluşları, ayrıca, özellikle görsel basında konuyu geniş şekilde işleyen programlara da katkıda bulunmalı ya da bu tür programları bizzat kendileri hazırlamalıdırlar. Unutulmamalıdır ki, ülke düzeyinde oluşturulan olumlu kamuoyu desteği ile halkımız doğal ve kültürel değerlerine daha bilinçli olarak sahip çıkabilecek, bunun sonucu olarak da onları yakından tanımak isteği ile en azından iç turizmin gelişmesine katkıda bulunacak, bundan da turizm kuruluşları yararlanacaktır.
Yararlanılan kaynaklar
Budowski, G., 1977. Tourism and Conservation: Conflict, Coexistence, or Symbiosis? Parks, Vol. 1, No. 4, Washington, D.C., p. 3-6.
Gülez, S., 1986. Doğa Koruma ve Turizm; Uzlaşması gereken İki Zıt Olgu. TurizmYıllığı 1986, Turizm Bankası A.Ş., Ankara, s. 80-91
Gülez, S. 1990. 2634 Sayılı Turizmi Teşvik Kanunu ve Çevre Koruma. I. Ulusal Turizm Kongresi, 16-18 Kasım 1990, Kuşadası, Bildiriler, s. 212-217.
Gülez, S. 1992 A Method for Evaluating Areas for National Park Status. Environmental Management, Vol. 16, No. 6, pp. 811-818.
Gülez, S. 1994. Green Tourism: A Case Study. Annals of Tourism Research, Vol. 21, No. 2, pp. 413-415.
Gülez, S. 1996. Relationship Between Recreation Demand and Some Natural Landscape Elements in Turkey: A Case Study. Environmental Management, Vol. 20, No. 1, pp. 113-122.
Prof.Dr. Sümer GÜLEZ
TTKD Bilim ve Danışma Kurulu Üyesi
www.ttkder.org.tr
Ekoloji
-
Ekosistem hizmetleri
-
Biyoremediasyon Nedir ? Biyoremediasyon Teknikleri Nelerdir ?
-
Enerji Bağımsızlığı Nedir ?
-
İklim Araştırmaları
-
Sera Etkisi - Atmosferdeki karbondioksitin sera gazı etkisindeki yeri nedir?
-
CO2 Salımları
-
İklim Bilimi - İklimi Nasıl Değiştiriyoruz
-
Ağır Metallerin Sağlık Üzerine Etkileri
-
Küresel Isınmanın Sonuçları
-
Asit Yağmurlarının Çevre Üzerine Etkileri
-
Tür Çeşitliliğinin Korunması
-
Biyolojik Mücadele Kavramı
-
Atık Suların Kullanım Alanları
-
Sera gazı ile küresel ısınma arasında nasıl bir ilişki vardır? Kaynak: Sera gazı ile küresel ısınma arasında nasıl bir ilişki vardır?
-
Canlı Türlerinin Yok Olmasının Doğal Dengeye Etkisi