Balıkların Evrimi
Omurgalı hayvanların ve balıkların evrimiyle ilgili ilk önemli sonuçlara ulaşmış olsak ta hala birçok yönüyle bilim adamları tarafından yeterli derecede anlaşılamamıştır. İlk omurgalı hayvanların 550 milyon yıl önce ortaya çıktığı genel olarak kabul edilmiştir.
Çok uzaktan atamız olan bu hayvanlar bugün bildiğimiz kadarıyla balıklara göre son derece farklıydı. Çenesiz balıklar anlamına gelen ‘Agnatha’ diye isimlendirildiler. Bugün yaşayan ve hala bazı türleri var olan bu balıkların çeneleri yoktur. Bu nedenle bu grubun bir parçası olarak kabul edilirler. Agnatha, bütün soyu tükenmiş ve hala yaşayan bütün çenesiz balıkları kapsamaktadır. Çenesiz balıklar, ağızlarında kemik olmayan ve modern omurgalılar gibi ısıramayan balıklardır. Fakat ağızları olan ve beslenen balıklardır.
Üstelik en eski çenesiz balıklarda rejenerasyon yeteneği olan ve bazı türlerde bir tane beyin, iki veya daha fazla göz ve hayatlarını direkt etkileyen kalıcı bir notokorda bulunan başları vardı. Modern çenesiz balıklar gibi dişleri ve pelvik yüzgeçleri yoktu.
İlk çağda omurgasız hayvanlar denizlere hakimdi. (PALEOZOİK DÖNEM 570-245 MYÖ) Birçok türle ortaya çıkan ve farklı alt türlerin bir numarası olmasından dolayı çenesiz balıklar (AGNATHA) ve ataları önemli gruplardı.
Birçok çenesiz balık, balık asalağı ve bofa balığına benzeyen küçük kurtçuklar gibi hayvanlardır. Diğer çenesiz balıklar kemik plakların bilinmeyen bir değişimiyle evrim geçirmişlerdir. Plaklar onları zırh gibi korumaktadır. Ve boyları 1,5 metreye ulaşmaktadır. Fosil balık asalağı ve Bofa balığı 350 milyon yıl önce bulunmasına rağmen bilim adamları Conodotlardan önce evrim geçirdiklerine inanıyor.
Eski çenesiz balıklar arasında en iyi bilinenler Ostracodermlerdir. Dıştaki zırhlarından dolayı böyle isimlendirilmişlerdir. Bunlar en eski Conodontialardır. Conodontialar küçük ve genelde 7 cm’ den daha az uzunluktadır. İç iskelete sahip olmamalarına rağmen ağız halkası üzerinde dişleri, bir tane dili ve bir tanede kaudal yüzgeçleri vardır. Yaklaşık 515 milyon yıl önce ilk olarak fosil kayıtlarda ortaya çıkmışlardır ve yaklaşık 205 milyon yıl önce ortadan kaybolmuşlardır.
Çenesiz balıkların iki diğer grubu kısa bir süre göründü. Arandaspida yaklaşık 495 MYÖ ve Astraspida yaklaşık 450 MYÖ. Her iki grupta geniş baş kalkanları vardı. Kaudal yüzgeç sanılan yüzgeçler yoktu ve 440 MYÖ yok oldular.
Az bilinen dört adet çenesiz balık grupları tipik Ostacoderm formlarına sahiptiler. Bunların en eskileri Pteraspidomorphan’ın sonuncusu Heterostraci idi. İki iyi gözlü balıklardı, başlarının üzerinde de ağır zırh ve ağızlarını öne ilerletmek ve işaretlemek için bir gagaları vardı. Tek bir omurgası vardı.
Cephalaspidomorpha, Pteraspidomorpha’nın yerini aldı. Bunlardan ilk olarak Anaspida ve Galeaspida evrim geçirmiştir. Bunları izleyen yakın zamanda Osteostraci evrim geçirmiştir. Bu hayvanlar kemik plaklardan dolayı fosil kayıtlarda iyi bilinirler. Kemik plaklar balıkların başlarını korurlar veya Anaspida’da, pul gibi küçük plakları vardı (Anaspid demek koruması, kalkanı yok demektir.)Bu gruplar 430-425 MYÖ ortaya çıktılar ve 360 MYÖ ise soyları tükendi.
Anaspidler yan tarafın aksine karın solungaç açıklıkları olan ilk balıktı. Anaspidlerin oldukça aktif balıklar olduğuna inanılırdı. Oysa Heterostraci ve Galeaspida yavaş hareket eden, dip kısımlarda yaşayan ve çamurdan çürümüş bitki ve hayvan materyalleri emdiğine inanılan hayvanlardı. Çenesiz balıklar içerisinde loblu kuyruk yüzgeçleri olan tek türlerdir. Loblu kuyruk yüzgeçleri modern balıklarda daha çok ortaktır.
Bazı kanıtlarda çenesiz balıklar hemen hemen 360 MYÖ’ e kadar çevrede iken ve dahi yaklaşık 210 MYÖ’ e kadar Conodontia (çeneli balıklar) neticede dünya sularında onların yerini aldılar ve sonra MYÖ 425’te görünmesiyle omurgalıların ölümü artmaya başladı.
Hareketin ortaya çıkışında çenelerle desteklenmiş iskelet, modern balıkların ve insanlığın evriminde önemli bir adımdır. Çeneliler için iskelet, birinci solungaç yayının modifikasyonundan gelmiştir. Süzme, emme ve törpülemenin aksine ısırma kabiliyeti balıkların olduğu yerde bulunan yiyeceklerde fazlaca artmıştır.
Bu olduğunda yaklaşık aynı zamanda çiftleşme yüzgeçleri .(neticede bizim kollarımız ve ayaklarımız olan) evrim geçirdi. Yüzgeçler balıkların yukarıya ve ileriye doğru hareket etmelerini sağlarlar. Bu, yüzme fiziğinde önemli bir durumdur.
En eski çeneli balıklar Placoderm ve Acanthodii olarak isimlendirildiler ve fosil kayıtlarda ilk olarak 435 Milyon Yıl Önce göründüler. Placoderm deri plakalı demektir ve Placodermlerim çoğu, başlarının üzerinde amour (?) plaka ve kemikli pullara sahiptir. Placodermler yalnızca çekici değiller çünkü çift yüzgeçleri, çeneleri ve buna ek olarak İlkel yüzme keseleri evrim geçirmiştir. İlkel yüzme keseleri Osteichtyes’te akciğer olmuş ve omurgalıların yaşamasına izin verir. Ayrıca denizlerden ayrılmalarına ve karada yaşamalarını da sağlar. Placodermler gerekli olan bütün şeylere sahip olan önemli bir gruptu.360 Milyon Yıl Önce soyları tükenmesine rağmen, ağır zırhlarını kaybetmediler.
Çoğu Placoderm’in zırhla kaplanmış büyük başları ve forebodies (?) vardı. Bilim adamları 9 sıra Placoderm’i yeniden düzenledi. Ve bunların en iyi bilinenleri Arthrodira ve Antiarchi idi.
Antiarchi’nin boyu 15-40 cm’e kadar uzanabilmektedir ve dip kısımda bulunduğuna inanılmaktadır. Zayıf çeneleri ve zırhla örtülmüş uzun pektoral yüzgeçleri vardı.
Arthrodira tatlı sularda ilk evrim geçiren ve çokça büyük olan bir gruptur. Dinicthyes ve Titanicthyes gibi bazı türlerde boy 9 metreye kadar ulaşmaktadır. Gemuendima spp. gibi torpil benzeri türlerde içermektedir. Antiarchi zırhla örtülmüş kafaları vardır.
Acanthodii temel olarak köpekbalığı benzeri balıklardı ve kemik plakları vardı. Fakat zırhlı ağır başları yoktu. Bu nedenden dolayı daha fazla manevra yapabilirler ve hızlı hareket edebilirler. Bilinen birçok türü küçüktü. Lateral gözleri, çenelerinde büyük dişleri ve dorso-lateral belkemikleri vardı.
Kemiksi balıklardı ve daha çok tatlı sularda yaşayan türleri saptanmıştı. Acanthodii Placodermler’den daha uzun olduğu için önemliydi ve fosil kayıtlarda 275 MYÖ’ den 175 MYÖ’ e kadar kaldı.
Yaklaşık 20 milyon yıl sonra, şimdi soyu tükenmiş, modern balıkların ataları olan iki grubun ilk görünüşleri fosil kayıtlara 210 MYÖ girdi. Chondrichtyes ve Osteichtyes’lerin her ikisi de aynı zamanda farklı atalardan evrim geçirmiştir.
Chondrichtyes köpek balıkları ve vatozlardır. Bu iki alt sınıf yaklaşık 30 milyon yıl önce evrim geçirdi. Elasmobranchii Holocephali’yi izledi. Bu iki grup denizlerimizde gelişen ve hala var olan gruplardır. Eski üyelerinden temel planda az da olsa sıkça değişim göstermektedir. Üçüncü altsınıf Cladoselarchii, geniş köpekbalığı benzeri hayvanlardır ve az da olsa Holocephali’den sonra görünmüştür. Fakat kısa bir süre hayatta kaldıktan ve görünmeye başladıktan 15 milyon yıl sonra fosil kayıtlarda ortadan kayboldular.
Balıkların en önemli grupları modern denizlerimize hakim olan ve akşam yemeklerimizi oluşturan Osteichtyes idi.(kemikli balıklar).Görünen ilk kemikli balıklar Chondrostei idi. Chondrostei 410 MYÖ ortaya çıkmış ve günümüzde hâlen varlığını korumaktadır. Onlar ortaya çıktıktan sonra yaklaşık 407 MYÖ Dipnoi (akciğerli balıklar) ve sonra Actinistia,Osteolepiformes ve Panderichyida 460 MYÖ ortaya çıkmıştır. Bu grubun son iki tanesinin, günümüzde, yaklaşık 250 MYÖ soyu tükenmiştir.
Modern balıkların çoğunluğu Neopterygii grubundadır. Yaklaşık 250 MYÖ fosil kayıtlarda sadece son Permian’da içinde, son gelenler olmalarına rağmen Neopterygii’ nin Chondrostei’nin atalarından evrim geçirdiğine inanılır. Hâlbuki ortaya çıkmalarından beri çok önemli oldular ve bugün bilinen balıkların çoğu bu gruptadır.
BALIKLARDA ELEKTRİK DUYULARI
Sinir uyarıları, elektrik uyarıları ve su, özellikle suyun içerdiği çözünmüş mineraller iyi bir elektrik iletkenidir. Bunun anlamı suda yaşayan bir hayvan her zaman bir kası elektrik sinyalleri yaymak için kullanır. Bunların sinyalleri keşfedip birçok balık türünü öğrenmek sürpriz olmayabilir.
Elektrik duyuları olan bir balık avının yerini saptayabilir ve keşfedebilir. Bunu suyun akışına ters doğrultuda kendini gizleyerek yapar. Av parçaları hareket edemiyorsa kumun veya çamurun içine kendini gömer. Torpil balıkları elektrik duyularını gömülmüş avını keşfetmek için kullanırlar. Elektriksel duyulu balıklar yırtıcı hayvanların yaklaşmasını da keşfederler.
Çoğu elektrik duyulu türlerin algılayıcıları Teleostlarda dış oyuk organlar ve Elasmobranch’larda lorenzini ampülleri olarak isimlendirilirler. Bu algılayıcılar hayvanların başında, vücutlarına saçılmış ve yan çizgi boyunca yerleşebilmektedir. Algılayıcılar elektrik iletken jel kanallarından oluşur. Ve bu kanallar çukur olarak isimlendirilen belli noktaların suya açılmasıyla oluşur.
Balıkların kendi hareket doğrultusunda oluşturulan zayıf elektrik alanı, dünyanın elektrik alanı sayesinde belirlediği bilinmektedir. Bu olay göç yapan türler tarafından apaçık bir şekilde kullanılır. Elektriksel uyartıları hissedebilen fakat kendi özel alanlarını oluşturamayan diğer hayvan türleri şunlardır: köpekbalıkları, torpil balıkları, tırpana balıkları, kedi balıkları, paddlefish.
Evrimde diğer bir adım ise nesneleri keşfetmek amacıyla özel bir elektrik alan oluşturmaktır. Balıklar anlamlı bir şekilde ideal elektriğin fazlasını deşarj etmektedir. Dışarıya verilen bu elektrik yaşayan nesneler tarafından hissedilmektedir. Sadece yaşayan organizmalar tarafından değil, organizmaların etrafındaki bütün dünya tarafından hissedilir. Bu torpil balıklarının iki ailesinde ve Teleostlar’ın 10 ailesinde olmuştur. En iyi bilinen elektrikli balıklar, Afrika’nın Elektrikli Kedi Balıkları (Gymnarchus niloticus ) ve Güney Amerika’nın Elektrikli Yılanbalığı (Electrophorus electricus) diğer ilginç olanlar daha az güçlü ise de hala daha varlıklarını korumaktadırlar.
Bu balığın etrafında bir elektrik alanını yaratan ve elektrik uyarıları yayan elektrik oluşturma hücreleri vardır. Bu alana dokunan her şey balığın elektrik alanından aldığı geri besleme şeklini değiştirir. Böylece balık, görme, ses, koku veya dokunuşta bağlı olmayan dünyasının bir şeklini arttırabilir. Çamurlu suda yaşarsanız, bu kadar yetenek çok faydalıdır. Birçok elektriksel Teleost’un yaptığı gibi. Birçok elektrikli balık gece hareketlidir. Üstelik bu balıklar, kontrol edebilir ve onların dünya şeklini geliştirmesi için kendi elektrik alanını değiştirebilir, veya başka bir elektrik gücüyle hassas balığın algısını değiştirebilir.
Algılama amacıyla birçok balığın oluşturduğu elektrik alan bir elektrik deşarjı olarak su içindeki çevrelerine serbest bırakılırlar. Böyle yaparak hem avcılarını caydırırlar hem de onların kendi avlarını sersemletebilir.
Bütünüyle kaslı hareket olarak elektrik uyarılarını oluştur. Hareket dünyadaki bir balığın elektrik şeklini çarpıtabilir. Bu nedenden dolayı birçok balık yavaş hareket etmeye ve vücutlarını düz tutmaya eğilimlidir. Yüzmek için sadece uzamış dorsal yüzgeçlerini kullanırlar.
Çoğu balık, özellikle elektriksel olarak güçlü türler, elektrik alanını, elektriksel deşarjın zamanlanmış uyarılarının bir sonucu olarak üretirler. Fakat elektrik bakımından zayıf birkaç balık, elektrik alanı üretmek için devamlı bir dalga kullanırlar. Çoğu tür, özellikle en güçlü olanlar, elektrik alanlarını sürdürmek ve özel sebepler için güçlü atışları veya patlamaları kurtarmak amacıyla göreli zayıf deşarjlar üretirler.
Elektrik üreten hücreler , ‘Electrocytes’ diye isimlendirilirler. Her bir electrocyte sadece çok küçük bir elektrik üretir. Geniş voltaj üretmek için bir balık bir bataryada bulunan birçok hücreye sahip ve aynı zamanda deşarj edilebilir olması gerekir. Bu Electrocyteler deniz türlerinde genel olarak başta, tatlı sulardaki türlerde kuyrukta bulunur.
Balıklar elektrik alanlarını bireysel sıklıkta üretirler. Aynı türün iki balığı karşılaştığında bu balıklar benzer sıklıklarda elektrik alanı kullanırlar. Sıklıklarını, daha az benzer yapmak ve diğer balıkların ürettiği sıkışık algılardan kaçınmak için değiştirirler. Diğer türlerin dişi ve erkekleri her bir sıkışmadan kaçınmak ve potansiyel eşleri fark etmeye yardım etmek için farklı sıklıktaki alanları kullanırlar. Apteronotus leptorhynchus’ta dişiler, 600-800 Hertz arasındaki sıklıkları kullanırken, erkekler, 800-1050 Hertz arasındaki sıklıkları kullanırlar.
Bütün balıklar, eşit potansiyel farkın elektrik deşarjlarını üretemezler. Çok fazla üretim elemanı taşımak ekolojik yönden pahalıdır. Şüphesiz ki şampiyon 600 volttan fazla potansiyel bir fark oluşturabilen elektrikli yılanbalığıdır. (Electrophorus electricus). Elektrikli kedibalığı (Gymnarchus niloticus), yaklaşık 300-350 volt oluşturabilir. Birçok elektrikli balık 8-40 volt arasında kısıtlı olmasına rağmen, bir torpil balığı yaklaşık 220 volt ve bazı kurbağabalıkları 50 volt üretebilir.
İki büyük elektrik balığı, Güney Amerika Elektrikli Yılanbalığı ve Afrika Elektrikli Kedibalığı özellikle elektrikli balıkların zayıf ve küçük olanlarını avlanırlar. Elektrik alanlarını, varlıklarının avları tarafından bilinmemesi için yok ederler. Ve sonra küçük türler yakına geldiği zaman birden büyük bir öldürücü deşarj bırakırlar. Küçük ve zayıf türler elektrik alanını atlatmak, bazı yırtıcı hayvanlardan saklanmak veya farklı bir yolda olmak için gözetleme yaparlar.
Bir elektrik deşarjının voltajı kaynağından uzağa gittikçe hızlıca azalır. Elektrokasyon 1 ve 2 metre arasındaki türler için bir alanda çalışan yakın bir saha hissidir.
Sonunda daha öncede dediğim gibi, farklı bir iletkenlikle bir balığın elektrik alanının içindeki herhangi bir şey, balık tarafından kurulan ve böylece balığın etrafındaki potansiyel alanı değiştiren elektrik akış desenini bozacaktır. Bu devamlı değişiklikleri keşfetmek, onun etrafındaki fiziksel dünyayı haritaya dökmeye izin verir. Bilginin bu akışının anlam ifade etmesi için tabiki bir balığın yeteneği, onun beyin boyutunda bağlı bir karmaşıklıktır.
Mormyrids, büyük beyinlerinden dolayı iyi bilinirler ve vücut-ağırlık oranı diğer birçok balıktan daha yüksektir, gerçekte bir insan olabilirler. Bu, daha yüksek zekâyla eşit sayar mı? Cevabı eve gibi görünebilir. Akvaryumcular Nil havzasındaki Mormyridsleri uzun zamandan beri bilmektedirler ve Amazon nehri havzasındaki Gynotidslerden daha karışık sinyaller kullanırlar ve oynamayı severler. Gynotidler akvaryumlarındayken, akvaryumun dışındaki nesnelere oyunlar yaptıkları ve burunlarıyla onları etrafında taşıdıkları için iyi bilinirler. Üstelik bilim adamları laboratuarda oyunlar öğretmek için uzun düşünülmüş en eski balık Mormyridslerdir. Neşe ve öğrenmenin her ikisi de, zekânın işaretleridir.
Kaynak: www.balikcilar.net/showthread.php?t=12942
Sudan karaya çıkarak ya-şamlarının bir bölümünü karada geçirmeye başlayan ilk omurgalılardır. Bu nedenle, balıklar ile sürüngenler arasında bir geçiş basamağı sayılan bu yarı su, yarı kara hayvanlarının Yunanca’dan türetilen adı da “iki yaşayışlılar” anlamına gelir.
Amfibyumları öbür kara hayvanlarından ayıran başlıca özellikler, çok sayıda salgıbeziyle beslenen derilerinin kaygan ve gözenekli, yumurtalarının ise balıklarınki gibi kat kat jelatinimsi kılıflarla korunmuş olmasıdır.
Amfibyumlar sınıfının (Amphibia) bugüne kadar soyunu sürdürebilmiş olan üyeleri üç büyük grupta toplanır. En kalabalık grubu oluşturan kara ve su kurbağalarının kuyruksuz, kısa bir gövdesi ve sıçramaya uyarlanmış uzun arka bacakları vardır. İkinci gruptaki semenderler (çöreller) ise kuyrukludur ve kısa bacakları sıçramaya değil yürümeye elverişlidir. Buna karşılık aynı gruptaki sirenlerin yalnızca iki ön bacağı olduğundan gövdelerinin arka bölümünü ve kuyruklarını sürüyerek yer değiştirirler. Üçüncü grubu oluşturan ayaksız kertenkeleler ise hiç bacakları olmayan ve suda ya da toprağın altına gömülerek yaşayan, solucana benzer hayvanlardır. Kurbağaların yaklaşık 1.900, semenderlerin 300, sirenlerin 3, ayaksız kertenkelelerin de 160 kadar türü saptanmıştır.
Yaklaşık 300 milyon yıl öncesinden kalma bazı fosillerin amfibyum iskeleti olduğu konusunda bütün bilim adamları birleşiyorlar. Bu hayvanlara ait olduğu sanılan fosilleşmiş izler ise çok daha eski tarihlere uzanır. Amfibyumlar, günümüzden 370 milyon yıl önce, Cros-sopterygii adı altında sınıflandırılan ve hem akciğerleri, hem de saçak gibi yüzgeçleri olan balıklardan türemiştir.
Sudan Karaya Geçiş
Sudaki yaşamdan kara yaşamına geçişte en önemli adım akciğerlerin ve bacakların gelişmesi olarak görülür. Oysa derinin bu yeni ortama uyum sağlayabilmek üzere geçirdiği değişiklikler belki çok daha çarpıcıdır. Artık suyun dışında yaşayacak olan hayvan her şeyden önce vücudundaki su dengesini korumak zorundadır. Bu yüzden amfibyumlarda önce vücuttaki suyun hızla buharlaşarak uçup gitmesini önleyecek sert bir dış deri oluştu. İç deride ise sürekli sıvı salgılayarak vücudu nemli tutan salgı bezleri gelişti. Ayrıca hayvanın derisiyle solunum yapabilmesi için içderideki kan damarlarının sayısı arttı. Kafatası balıklara özgü biçimini yitirerek basık ve yassı duruma geldi; çene kemikleri de doğrudan kafatasına bağlandı. Hayvanın burundan soluk alıp verebilmesi için burun kanalları genişledi. Büyük olasılıkla böcekleri yakalayabilmesi için dili uzayıp büyüdü. Başın gerisindeki ilk iki omur değişikliğe uğrayarak bir boyun bölgesi oluşturdu; böylece hayvan başını gövdesinden bağımsız olarak hareket ettirmeye başladı. Bugünkü amfibyumlardan birçoğunun larvaları (yavruları) da erişkine dönüşürken buna benzer başkalaşma evrelerinden geçer.
Fosil amfibyumların bilinen en küçük örneği ancak 2,5 cm uzunluğundadır; buna karşılık birçoğunun uzunluğu 2,5 metreyi aşar. Tarihöncesi çağlardan kalma en iri amfibyum fosilinde yalnızca kafatasının uzunluğu 1 metreye yakındır.
Çağımızda yaşayan amfibyumlar ise genellikle atalarından daha küçük yapılıdır. İçlerinde en irisi, Japonya’da yaşayan ve uzunluğu 1,5 metreyi geçen dev semenderdir (Andrias japonicus).
Amfibyumların hemen hepsi sulak ve nemli yerlerde yaşar. Bütün yeryüzüne dağılmış olan kurbağalara Alaska ve İsveç gibi en uzak kuzey ülkelerinde bile rastlanırken, ayaksız kertenkelelerin dağılımı yalnızca tropik bölgelerle sınırlıdır; semenderler ise daha çok ılıman bölgelerde yaşar.
Özellikleri ve Davranışları
Amfibyumların çoğu gündüzleri saklanıp, hava kararınca yiyecek aramaya çıkan gece hay-vanlarıdır. Soğukkanlıdırlar, yani vücut sıcak-lıkları bulunduktan ortamın sıcaklığına uygun olarak değişir. Düşmanlarından korunmak için gizlenmeyi seçerler; çevredeki doğa ile aynı renkte olmaları gizlenmelerini çok kolaylaştırır. Tek savunma araçları ise derilerinden salgıladıktan yakıcı ve zehirli maddelerdir.
Gırtlaktan gerçek anlamda ses çıkarabilen ilk hayvanlar belki de kurbağalardı. Durmadan vıraklayan kurbağalara karşılık ayaksız kertenkele, siren ve semenderler genellikle sessiz hayvanlardır. '
Amfibyumlar en çok böcek, örümcek ve solucan gibi omurgasız hayvanlarla beslenir. İri kurbağaların ayrıca küçük kemiricileri ve kendinden küçük kurbağalan da yediği olur. Amfibyumlar zararlı böcekleri yok ettikleri için insana yararlı hayvanlardır. Birçok ülkede tarım zararlılarıyla savaşmak için özellikle deniz kurbağasından (Bufo marinus) yararlanılır. Ne var ki, son derece obur olan bu hayvan yalnız böcekleri değil küçük kurbağalan da tüketerek zamanla çevredeki doğal yaşama daha büyük zarar verebilir.
Yaşam Çevrimi
Kurbağalar yumurtalarını genellikle su bitkilerinin arasına bırakır. Bitkinin yapraklarına ya da dallarına yapışıp kalan yumurtalardan, iribaş ya da tetari denen, kocaman başlı, uzun kuyruklu ve bacakları olmayan, yavrular çıkar. Bu yavrular tıpkı balıklar gibi solungaçlarıyla sudan oksijen alır ve daha çok bitkiyle beslenir. İri yumurtalarını karadaki çamurların arasına bırakan bazı türlerde ise yumurtadan çıkan larvalar iribaş değil, erişkin kurbağanın küçük bir kopyasıdır. Kurbağaların döktüğü yumurta sayısı, biraz da dişinin boyutlarına bağlı olarak türden türe çok değişir, örneğin Küba’da yaşayan Sminthillus cinsinden küçük kurbağaların dişisi tek bir yumurta bırakırken, öküz kurbağası gibi iri türlerde bu sayı 20 bini bulur. Afrika’da yaşayan Nectophrynoides cinsinden küçük kurbağaların larvası gelişmesini annesinin vücudunda tamamlamış olarak çıkar. Oysa birçok türün dişisi ya da erkeği yav-rularını gelişinceye kadar sırtında, hatta sırt derisinin altındaki keselerde taşır. İribaşların erişkin bir kurbağaya dönüşmesi genellikle birkaç ay, öküz kurbağasında ise iki yıl kadar
Kurbağa yumurtalarının suya ya da çamura bırakıldıktan sonra döllenmesine karşılık, semenderlerin çoğunda yumurtalar dişinin vücudunda döllenir. Yumurtaları kurbağalarınkine benzer, ama sayıca daha azdır. Bazı türler döllenmiş yumurtalarını suya döker ve yumurtadan çıkan iribaşlar gelişmesini suda tamamlar. Buna karşılık birçok semender türü yumurtalarını karaya bırakır ve yavrular bütün yaşam çevrimini karada geçirir. Avrupa semenderleri ile akciğersiz mağara semenderinde ise yumurtalar dişinin vücudunda açılır ve yavrular larva olarak doğar.
Amfibyumların doğadaki yaşam süresi kesin olarak bilinmiyorsa da, insan eliyle bakılan dev semenderin 55 yıl, Bombina cinsinden kızılca kurbağanın ise 29 yıl yaşadığı gözlenmiştir.
Evrim
-
Evrim nedir? Evrim süreci nasıl işler?
-
Atların Evriminde Parmaklar ve Toynak...
-
Mikro evrim nedir
-
Yumuşakçaların evrimi
-
Bitki Evrimi 5/5: Çayır İmparatorluğu
-
Bitki Evrimi 4/5: Çiçeklerin ve Tohumların Öyküsü
-
Evrim düşüncesinin tarihi
-
Bitki Evrimi 3/5: Kömür Çağı
-
Bitki Evrimi 2/5: Ormanların Doğuşu
-
Bitki Evrimi 1/5: Karaya İlk Çıkanlar
-
Mutasyon, Evrimsel Sürecin Hammaddesidir!
-
Evogram Nedir ?
-
Yeni Genetik Kombinasyonların Oluşumu ve Evrimin Türleri Değiştirme Mekanizması
-
Evrim'i Tetikleyen Mekanizmalar Nelerdir?
-
Darwin ve Doğal Seleksiyon