Transgenik ürünler (GDO) ve potansiyel etkileri
Gen aktarımlı ürünlerin, üretim ve kullanımının yaygınlaşmasının, getirileriyle birlikte götürülerinin de olduğu göz önünde bulundurularak halkı doğru bilgilendirmek gerekir. Türkiye’nin transgenik ürünler konusunda kendi sistemli alt yapısını (laboratuar, teknik eleman, personel) geliştirmesi, teknolojisini kendi üretmesi ve küresel sermayenin ülke tarımında bağımlılığa yol açacak zinciri kıracak bir politika izlemesi zorunludur.
Tüzün Arık Bıyıklı
Transgenik ürünler (GDO) ve potansiyel etkileri
DNA teknolojisindeki gelişmeler baş döndürücü hızda ilerlemektedir. Bu teknoloji ile ilgili bir haberin yer almadığı gün sayısı yok gibidir. Bilim insanları DNA teknolojisinin gücünün farkına varır varmaz, potansiyel tehlikeleri konusunda endişe duymaya başlamışlardır. Günümüzde olası tehlikelerle ilgili toplumsal endişe, tarımda kullanılan genetik olarak değiştirilmiş (GD) organizmalar üzerine yoğunlaşmıştır. Yaygın deyimle, bir “GD (veya GM) organizma” doğal olmayan yollardan bir ya da daha fazla geni kazanan canlıdır. Biyoteknolojik yöntemlerle, canlıların sahip olduğu gen dizilimleri biçimlendirilerek (modifiye edilerek) mevcut özelliklerinin değiştirilmesi veya yeni özelliklerin kazandırılması sağlanabilir. Bu tip canlılara transgenik canlılar da denir. GMO (Genetik olarak modifiye edilmiş organizma), GDO (Genetik yapısı değiştirilmiş organizma) ya da transgenik canlı, birbiri yerine sıkça kullanılan terimlerdir.
DNA teknolojisinin pratik uygulamaları oldukça geniştir. Bu teknoloji tıp ve eczacılık endüstrisine yeniden şekil vermiş olup; adli, çevresel ve tarımsal uygulamaları da mevcuttur. Bir süreden beri de, tarımsal üretimi artırmak amacıyla bilim insanları DNA teknolojisini kullanmaktadırlar. Tarımsal alanda çalışan bilim insanları geç olgunlaşma, verim artırma, geç bozulma ve hastalıklara karşı direnç gösterme gibi istenen özellikleri kodlayan genlere sahip olan bir takım transgenik ürünler elde etmişlerdir. Bitkileri genetik olarak değiştirmek, pek çok hayvana göre daha kolaydır. Bitkinin tek bir doku hücresi, kültürde gelişerek olgun bir bitki oluşturabilir. Bu yüzden, genetik biçimlendirmeler, tek bir hücre üzerinde yapılabilir ve bu hücre, yeni özelliklere sahip bir canlının elde edilmesinde kullanılabilir (1).
Yapay yollarla genetik olarak değiştirilmiş ilk transgenik ürün 1960’lı yılların başında üretilmiş, ilk ciddi üretim 1967 yılında patates üretimi ile başlamıştır. Bu çalışmalar 1979’da süt ineklerine enjekte edilen sentetik büyüme hormonu, 1980’de ABD, Almanya ve Belçika’daki araştırmacıların patojenik bir bakteriyi kullanarak, transgenik bitkilerin üretimi için yeni metotlar bularak, domatesin uzun sürede olgunlaşmasını sağlayan çalışmalar ile devam etmiştir. 1983-1989 yılları arasındaki araştırmalar, bitki ve hayvanların genetik transformasyonuna izin veren daha gelişmiş DNA tekniklerinin ilerlemesini içermiştir. 1990’lı yıllarda genetik mühendisliği yolu ile ilk olarak halkın tüketimine uygun peynir üretilmiş fakat bu üretim fazla dikkat fazla çekmemiştir. Araştırmalar ve uygulamalar; 1993 yılında domuzlardaki yem tüketimini azaltarak et verimini arttırmak ve 1994 yılında yeni bir domates çeşidi (FlavrSavr domatesi) geliştirilmesi şeklinde günümüze ulaşmıştır (2). Yakın zamanda transgenik pirinç bitkisi geliştirilmiştir. “Altın pirinç” adı verilen bu bitki, vücudumuzda A vitamini yapımında kullandığımız beta-karoteni içermektedir. Bu vitamini yapabilme yeteneğini veren genler, nergis ve bir bakteriden gelmektedir. Geçtiğimiz birkaç yıl içerisinde, İsrailli bilim insanları tarafından üretilen içi limon ve gül aroması tadında dışı ise domatese benzeyen genetik harika olarak nitelendirilen bir çeşit domates üretilmiştir.
1960-1970’li yıllarda tarımda “Yeşil Devrim” adı verilen bir değişim başlatılmıştır. Bu amaçla, değişimde sadece verim artışı hedeflenmiş, sentetik kimyasal tarım ilaçları ve mineral gübrelerin kullanımı artmıştır. Bu durumun yarattığı olumsuz etkiler günümüzde GDO’nun bir kurtarıcı olarak görülmesine neden olmuştur. Bunun yanı sıra, artan dünya nüfusuna paralel olarak artan besin ihtiyacını karşılamak için genetik olarak değiştirilmiş bitkilerin tarımı (tarımsal biyoteknoloji) 21.yüzyıla damgasını vurmuştur. Besin üretiminin artırılması insancıl bir konu olarak görülmektedir. Arazi ve su, besin üretimi için sınırlayıcı kaynaklar olduğundan, en iyi seçenek mevcut araziler üzerindeki ürünü artırmaktır düşüncesinden yola çıkan bir grup bilim insanı, modern tarımsal biyoteknoloji ile üretilen GDO’lu ürünleri savunurken, bir grup bilim insanı ise, bu ürünlerin potansiyel zararlarından söz etmektedir (3, 4).
GD ürünlerin getirdiği yararları ve riskleri, madalyonun iki yüzüne benzetebiliriz. GDO’ların yararları toplumda, medyada ve hazırlanan raporlarda geniş bir yelpazede ve süslü bir şekilde sunulurken, potansiyel riskleri göz ardı edilecek kadar azmış gibi, dar bir çerçevede, anlatılmaktadır. GD (GM) ürünlerin yararları arasında şunlar sıralanmaktadır:
- Besin miktarının artırılması ve içeriğinin zenginleştirilmesi.
- Besinlerin alerjik özelliklerinin azaltılması.
- Besinlerin aşılama amacıyla kullanılması.
- Besinlerin tedavi amacıyla kullanımı (3).
- Hastalık ve zararlılara karşı tarım ilacı (pestisit ve herbisit) kullanımını azaltmak suretiyle tarımsal girdileri düşürmek ve birim alandan daha fazla gelir elde etmek.
- Abiyotik stres şartlarına (kuraklık, soğuk, tuzluluk) dayanabilen bitkiler elde etmek suretiyle verimi artırmak.
- Endüstri bitkilerinin kullanıldığı yan sanayinin ihtiyacına yönelik yeni bitki çeşitlerini geliştirmek (5).
- Besinlerin raf ömrünü uzatmak, bitkisel yağ kalitesini arttırmak.
GDO kullanımının riskleri
Gen aktarımlı bitkilerin (GDO’ların) kullanımının sağlayabileceği yukarıda belirtilen pratik yararların yanında, bu ürünlerin ekosistemde ve gelişmekte olan ülkelerin sosyo-ekonomik yapılarında çeşitli sorunlara yol açabileceği düşünülmektedir (6). Bu riskleri üç ana başlık altında toplamak mümkündür:
- Sosyoekonomik etkileri.
- İnsan ve hayvan sağlığı konusundaki riskleri.
- Tarımsal ve doğal biyoçeşitlilik konusundaki riskler; kısacası ekolojik etkiler.
GDO kullanımının sosyoekonomik etkilerini şu alt başlıklar altında belirtmek yararlı olacaktır:
- Geleneksel tarım sistemlerinin yerine dışa bağlı teknolojilerin gelişmesi.
- Tarımsal biyoteknolojinin neden olabileceği ekonomik kayıplar.
- Genetik kararsızlık ve beraberinde getirdiği ürün kaybı.
- Entelektüel mülkiyet hakları ve tohum ruhsatıyla ilgili kısıtlayıcı uygulamalar; gıda üretimi ile dağıtımının bir tekelin kontrolüne geçmesi sonucunda tarımsal ürün yetiştiricisinin ve tüketicilerin olumsuz etkilenmesi.
GDO’nun insan ve hayvan sağlığı konusundaki potansiyel riskleri ise:
- Yatay gen transferinin yeni patojen (hastalık yapan) bakteriler ve virüsler yaratma potansiyeli.
- Transgenik DNA’nın transgenik besinlerin tüketiminden sonra hücrelere bulaşma, hastalık virüslerini yenileme ve hücre genomuna yerleşme tehlikesi.
- Türler arasındaki patojenlerin yatay gen transferi yoluyla güç kazanması.
- Transgen ürünlerin neden olduğu toksik ya da alerjik etkiler.
- Antibiyotik dirençli genlerin yatay gen transferi yoluyla bağırsak bakterilerine ve patojenlere yayılması.
- Pestisit dirençli transgenik ürünler ile birlikte toksin pestisitlerin kullanımının, tarım işçilerinde pestisit kaynaklı hastalıklara ve içme suyu kaynaklarının kirlenmesine yol açacak biçimde artması şeklinde sıralanabilir.
Tarımsal ve doğal biyoçeşitlilik konusunda GDO kullanımının sakıncalarını şu şekilde belirtebiliriz:
- Transgenlerin çapraz tozlaşma yoluyla yabani türler arasında yayılması.
- Herbisit dirençli transgenik bitkilerle birlikte kullanılan etkili herbisitlerin (yabani otları yok etmek için kullanılan kimyasal madde) kontrolsüz uygulamalarının yerli tarımsal ve doğal çeşitliliğe zarar vermesi.
- Belli başlı zararlılarda biyopestisit direnci evriminin hızlanması.
- Genetik kirlenme riski.
- Hedef olmayan türler ile yararlı böcek türlerinin zarar görmesi (7).
Tüm bu olası riskler genel olarak değerlendirildiğinde, bir ülkenin ekosistem, tür, gen ve ekolojik olaylar çeşitliliği, yani biyolojik zenginliği tehdit altına girebilir. Sistem, tüm dinamik özelliğini, canlılığını ve güzelliğini kaybedebilir. Belirli bir yaşam ortamında yer alan canlı türlerinin çoğu birlikte evrimleşmişlerdir. Evrimsel ilişkiye bağlı olarak uzun zaman içerisinde ortaya çıkan canlı çeşitliliği yok olursa ya da homojenize olursa (tek tipleşirse) besin zinciri kopar, ekolojik ağ dağılır ve ekosistem görevini yapamaz. Bir bölgenin ekolojik sağlığı, o bölgedeki canlı türü çeşitliliği arasındaki dengeye bağlıdır.
Tedbirler
Sonuç olarak, gen aktarımlı ürünlerin, üretim ve kullanımının yaygınlaşmasının, getirileriyle birlikte götürülerinin de olduğu göz önünde bulundurularak halkı doğru bilgilendirmek gerekmektedir. Bu nedenle, doğal çevrenin korunması ve ulusal gen kaynaklarının ülke çıkarları için kullanımının mümkün olabilmesi için, bu ürünlerin yönetimini sağlayabilecek etkili bir biyogüvenlik sisteminin uygulanması kaçınılmaz görünmektedir. Bu çerçevede, ulusal gen kaynaklarının küreselleşme baskısına karşı korunabilmesi ve modern biyoteknoloji uygulamalarıyla en iyi şekilde değerlendirilebilmesi için yapılması gerekenler şu noktalarda toplanabilir:
- GDO’lu ürünlerin kontrolsüz alanlarda ekimine izin verilmemesi.
- Gümrüklerde ve iç piyasada etkin bir denetim sisteminin oluşturulması.
- GDO’ların üretim ve kullanımına bağlı olarak ortaya çıkabilecek ekolojik ve sosyoekonomik risklerin en aza indirgenmesi.
- Türkiye’nin transgenik ürünler konusunda kendi sistemli alt yapısını (laboratuar, teknik eleman, personel) geliştirmesi, teknolojisini kendi üretmesi ve küresel sermayenin ülke tarımında bağımlılığa yol açacak zinciri kıracak bir politika izlemesi gerekmektedir.
KAYNAKLAR
1) Campbell and Reece, “Biyoloji”, Çev. Prof. Dr. Ertunç Gündüz, Prof. Dr. Ali Demirsoy ve Prof. Dr. İsmail Türkan, Palme Yayıncılık. 2008.
2) R. Tunalıoğlu, 2004, “Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar”, T.E.A.E Bakış, Sayı: 7 Nüsha: 2.
3) İ. Kulaç, Y. Ağırdil ve M. Yakın; 2006, “Sofralarımızdaki Tatlı Dert, Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar ve Halk Sağlığına Etkileri”, Türk Biyokimya Dergisi 31(3);151-155.
4) T. Atsan ve T. E. Kaya, 2008, “Genetiği Değiştirilmiş Organizmaların Tarım ve İnsan Sağlığı Üzerine Etkileri”, UÜ Ziraat Fakültesi Dergisi 22 (2), 1-6.
5) İ. Tiryaki ve Z. Acar, 2005, “Genetik Yapısı Değiştirilmiş Bitkiler: Dünü, Bugünü ve Geleceği”, OMÜ Zir. Fak. Dergisi, 20 (2):121-126.
6) O. Özdemir, 2003, “Genetik Olarak Değiştirilmiş Organizmaların (GDO’ların) Etkilerinin Küreselleşme Çerçevesinde Ele Alınması”, DOA Dergisi Sayı:9;113-133.
7) Ho Mae-Wan, “Genetik Mühendisliği”, Çev. Emral Çakmak, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1999.
Alıntı: bilimvegelecek.com.tr
Genetik
-
İnsanlarda Kaç Kromozom Vardır?
-
Sık görülen mikrodelesyon sendromları nelerdir?
-
Bilim insanları kromozomları nasıl inceler?
-
Arkea'da Kromozomlar ve DNA Replikasyonu
-
DNA Onarım Mekanizmaları Nelerdir?
-
DNA hasarına neden olan etkenler nelerdir?
-
XYY Süper Erkek Sendromu - JACOB’S, Sendromu
-
Bitki doku kültürü çalışmaları ile haploid bitkiler elde edilebilir
-
Gram pozitif bakterilerden genomik DNA izolasyon protokolü
-
E. coli bakterisinden genomik DNA izolasyon protokolü
-
DNA’nın Keşfi
-
İnsan Genom Projesi Nedir ? Amaçları Nelerdir ?
-
Genomik mikrodizilimlerle ikilenme teşhisi yöntemi
-
Gen duplikasyonu ve amplifikasyonu nedir?
-
DNA ile RNA Arasndaki Farklar ve Benzerlikler Nelerdir